Perşembe, Kasım 24, 2005

Kocaman Aile...


Bundan seneler evvel garip bir telaş içerisinde… hoplayıp zıplamak, haykırmak istiyordum… Beni çok mutlu eden bir haberi herkesle paylaşmak istiyordum… Sabahı zor etmiş… içimin titremesini zor kontrol etmiştim. Amacım ofise girer girmez koşarak dizlerimin üzerinde kayıp, ellerimi havaya kaldırıp “Baba oluyorum!!!” demekti… Ama örf ve ananelere göre belli bir zamana kadar ses çıkartmamak, ağır olmak gerekirmiş… bilmezdim… Yıllar sonra buğday taneleri gibi savrulmuşken hayat denen döveni tarafından… yine, yeniden benzeri bir haberle etrafıma baktım… geçen senelerle daha bir mülayim mi oldum nedir? Hoplayıp zıplayasım yok ama bir o kadar kadar da içim içime sığmıyor… yepyeni bir insan getirmek üzere yola çıktığımızın haberini almış bulunmaktayım….

Bu sefer biraz buruğum doğrusu… biricik karım benden sekizyüz kilometre uzakta… ben… yapayalnız… tam ortayaş sendromuna girdim girecem derken… koşarak dizlerimin üzerinde kayarak ellerimi iki tarafa açacak kadar yerim bile yokken… Tekrardan baba oluyorum… fısıltı halinde yanan ocağa, kadeh rakıya, ve bilgisayara söyleyebiliyorum… çıtır çıtır yanan ocak, arada pıtır çıtır, sanki havayi fişek patlatıyor… rakı kadehi dolup dolup boşalıyor… Sarmalamak, öpüp tebrikler üzerine tebrikler yapmak istediğim karım sekizyüz kilometre uzakta… mesaj attım… uyumuş… Sena’nın kedisi bıdık bile gelmedi kapıya, gelse onunla konuşacağım… Bilgisayar zaten çok ketum… sadece dinliyor… Bari bu sayfaları okuyanlarla paylaşayım dedim… ve başladım yazmaya…

Ailemize yeni katılacak olan zat… sanıyorum başına buyruk bir delikanlı olacak ki, ana-babasının planlarını hiçe sayıp, enteresan bir vakitte merhaba diyecek dünyaya… Varsın olsun… Fakat Melissa’yı buna alıştırmak lazım… kıskanmamalı onu… benim yaşayamadığım kardeşlik duygusunu dibine kadar yaşamalı… Kardeş her ne kadar Melissa’dan ufaksa da onu hep gözetmeli, korumalı… Nasıl aşılanır bilemiyorum… Biraz vakitsiz de olsa hoş geldin dünyaya evlat! İçimdeki kuvvetli ses senin bir erkek evlat olduğunu neredeyse haykırıyor… Gerçi hiç önemli değil… ister kız ister erkek… bahtın açık, şansın bol olsun… Gurur duyacağım seninle… Hoşgeliyorsun… Sefa getiriyorsun…

Melissa daha çok küçük yaşlarda “biz bir aileyiz” demeyi öğrenmişti anne ve babasına sarılarak, bu birliğin içine seni de sığdırırız evlat! Biz artık kocaman bir aileyiz… sana o kadar anlatacak şeyim var ki… Temmuzu iple çekiyorum... Tekrardan baba oluyorum a dostlar… Bana tekrardan bu mutluluğu yaşatacak ve hemen hemen tüm yükünü çekecek olan biricik hayat arkadaşım Zvart'a binlerce teşekkürler... Analık çok mukaddes ve bir o kadar da zor birşey... Cennet anaların ayakları altındaymış... Ne mutlu sana ki... ikinci kez analığı tadıyor, bana da babalığı yaşatıyorsun...

Erol Pir
23.11.2005
(yeni fert 4 haftalık)
:-D

Perşembe, Kasım 10, 2005


photo : E.Pir

Yeşil kırmızıya döndü buralarda… trafik lambalarından değil, yapraklardan bahsediyorum… Gerçi sadece şehrin merkezi sayılabilecek bir yerde var o lambalardan, onlarda genelde yanıp söndüğü için, oldukça dekoratif :-) Gelin görün ki evlerden, duvarlardan sarkan begonvillere inat, sarmaşıklar bir kızarıyor ki, ve bunu yazın o kavurucu sıcağında, gelene geçene gösteremenin birikimi ile olsa gerek, baharda yani sonbaharda nefesini tutmuş bir canlı edası ile kıpkırmızı oluverir… Bu sarmaşıklar kıpkırmızı etrafı süzerlerken, sonbahar papatyaları görürsünüz şaşırmayın… Bugün yoklama aldım “aşağıdan” 4 kedi, 2 köpek ve keneleri… bir iki kedide de pire vardı… ve tabi yerel halk… bütün turist kısmısı gitti evlerine… bir biz kaldık buralarda… Konağa kışlık kıyafetini giydirip, alnına bir buse koyduktan sonra, güzelce bağladık önünü… Mağrur, vakur konak, etrafa yağmurluğu ile daha da bi tepeden bakıyor… Haspam seviyor bu kıyafetini :-)

Ben küçükev’e yereleştim… kutu gibi küçücük bir ev burası… İki oda arasında seçim yapamadığımdan, genelde şöminenin olduğu odada ateşi seyrederek yatıp, uyuyakalıyorum… Burada bir ilki gerçekleştirdim. Hani sizler televizyon karşısında uyuyakalırsınız ya, ben radyo dinlerken, bilgisayarda resimlere bakarken ve ateş seyrederken uyuyakalıyorum… :-)
Küçükev, adından da anlaşılacağı gibi küçücük bir ev… ama o kadar şirin ki… kocaman bir bahçesi var ilgi alaka bekleyen… daha o ilgiyi gösteremedim. Ama hayalimde küçücük bir botanik bahçesi yaptım… Hatta kızıma küçücük ağaç bir ev bile kondurdum… garaj kapısı ile her sabah, akşam cebelleşsek de ileride anlaşacağız gibi me geliyor… bahçenin bir köşesinden, deniz bile görebiliyorum… Bir odam hem yaşam alanı hem mutfak hem şömineli oda, diğer oda ise yatak odası… Tuvalet te bu iki odanın arasında yeralıyor… Bu eve taşınmadan bir ikili koltuk, iki tekli ve katlanır masa aldım… Paraya kıyıp, bir buzdolabı ve çamaşır makinesini de ihmal etmedim… Yani anlayacağınız yeşenecek bir hale geldi… Her türlü lüksüm var… TRT1, TRT2 CNNTURK, KANAL D, SHOW TV çekebilen bir de yükselticili televizyonum var :-) Ehh, İnsan daha ne ister ki??? MP3, VCD ve CD çalan taşınabilir cihazımdan ve boyutu ile ters orantılı güçlü taşınabilir ses sistemimden de bahsetmedim daha… Oyyy oyyy teknoloji gözünü seveyim… Adresi öğrenir öğrenmez bir de telefon bağlatıp, ADSL olayına gireyim diyorum… :-) o zaman görün güncellemeyi, yazı yazmayı… Peeeeh!!!! :-D

Şimdi düşündüm de, amma çok kendi hayatımdan bahsediyorum… Hep aynı yer hep aynı yermeler… Çok sevgili dost, ve vosmanius.com’un müdavimlerinden, Şerif Mumdöken’in kaleminden değişik iller serisine başlıyorum… İlki Akçay… Sonrasında benim de bir sürü hatırlarım olan Edirne… Severek ve ilgiyle okuyacağınızı umuyorum… Hem bu arada bende birkaç yazı yazıp, biriktirmiş olurum… Zaten ufak ufak biriktirip yazıyorum ama… :-) Sizlere Sevgili Mumdöken’in birkaç marifetinden de bahsetmek istiyorum bu arada… Şerif Beyciğim, inanılmaz bir el yazısı kabiliyetine sahip, hattat gibi… Bir de çakıl taşlarına çok güzel resimler yapar… Eksik olmasın bana bir sürü hediye etmiştir… Nereye gitsem yanımda taşırım… Hatta bir tanesi burada yanımdadır. Profesyonel hayatında bambaşka bir meşgalesi olsa da sanatla arası çok iyi ve vakit ayırabilen nadir kişilerdendir… Teşekkürler Şerif Beyciğim. :-)


Atam, bugün seni bizden koparan günün sene-i devriyesi… 67 sene önce bugün, Diğer bir boyuta giderken, sanıyorum u kadar öngörüne rağmen bugün gelinen noktaları tahmin edemezdin. Ama hiç merak etme birçoğumuz, yani tatlı su kemalisti olmayan belli bir azınlık gelecek kuşaklara seni anlatıp, tabu olmadan, hizmetlerinle, görüşlerinle senin işlerine ve düşmenlerına karşı durmaya devam ediyoruz. Sen Türkiye’nin başına gelmiş en iyi olaysın… Sen çağdaş Türkiye’nin mimarısın ve sen bizim Atamızsın… Ruhun şad olsun…


Sağlıcakla,
Vosm@nius

10.11.2005

Gençlik, değişiklik


Kucukev&Safinaz photo:E.Pir

Kaçamak bakışlar…aynen liseli aşıklarınki gibi…uzaktan ama samimi…bizim zamanımızda yoktu ama olsaydı dibine kadar kullanırdık kesin…cep telefonunu…Smsler, çaldırırken dinletler veya başka şeyler… ben şimdi hatırlıyorum da, telefonu olan azınlık olarak “yok yok önce sen kapat” muhabbeti yapardık… :-)
Şimdikiler “çaldır-kapat” aşkları… Benim bir türlü kontör olayına aklım ermediğinden daha genç jenerasyondan yardım alıyorum… ve anlıyorum ki dünya hatta Türkiye inanılmaz bir hızla gelişiyor… Ferdiun Düzağaç “Alev Alev” diyor… güzel bir şarkı hatta marş gibi gençler arasında… ama ben daha damıtıp, daha bi anlar gibi söylüyorum… en azından ben öyle hissediyorum… bu da beni mutlu ediyor… hani ben bu kadar gencin arasında daha bi “abi” yim yaaa…

Şu an burnuma odun kokusu geliyor… biri soba yakıyor… fakat ağaç her neyse o kadar güzel kokuyor ki… bahçede bilmemkaçıncı rakımı içiyorum… bu arada karar verdim ben YENİ RAKI’cıyım.. Ne EFE ne MERCAN belki biraz BURGAZ ama illa da YENİ RAKI… kafamı göğe diktiğimde, bir sürü yıldız göz kırpıyor… onların şerefine içiyorum… ama hepsine birden… yoksa her birine ayrı ayrı içsem…:-)

Daha evvle dedim mi bilmiyorum lakin Balıkaşırandan nasıl akıllı geçmezse, ramazan da geçmiyor… ayıktan fazla sarhoş var buralarda… J buranın milli içkisi “EVİN” isimli şarap… rozesini denedim hiç fena değil doğrusu… 1,5-2,0 YTL ciklet fiyatı :-D burası hakikaten farklı burası hakikaten inanılmaz ve burası hakikaten çağın hem çok gerisindeyken çok ilerisinde… yakında taşınıyorum… şu an otuduğum ev bana biraz büyük geldiğinden
Daha küçük ama çok şirin bir eve geçiyorum. Nasıl bizim vosvoslarımızın adı varsa burada da evlerin ismi var… Ben şu an KASAPEVİnde oturuyorum… Ama KÜÇÜKEV’e geçeceğim… Belki her akşam yatmadan, “iyi geceler Laura, iyi geceler küçük John” diyeceğim… çocukluğumuzun “küçük ev”i gibi :-D

Burada inanılmaz gözlem yapabiliyor ve bunun mutluluğunu yaşıyorum… gözler hakikaten kalbin aynası olabiliyor… Bu hem çok ilginç ama bir o kadar da inanılmaz bir deneyim…

Farkına vardım ki ben buraları seviyorum… Burada çok fazla gizli kapaklı olay yok… ve bu benim çok hoşuma gidiyor…kişilerin en büyük eğlencesi dedikodu ama bunu bilmeden yaptıklarına eminim… küçük yerin büyük eğlencesi… :-P