Cuma, Kasım 26, 2010

DoStLuK?



Etraf kalabalık bir sürü insan,
Kardeşten öte can, arkadaş, dost...
Hava bulutlandı, bir anda kalmadı kimse,
Ne kardeş, ne can ne arkadaş, ne dost...

Bu kadar mı kötüyüz?
Bu kadar mı ayrıyız?
Bu kadar mı yabancıyız?
Hani nerdesin a dost!

Yenilen içilen sofralar boş,
Hatıralar inan ki mazide bir başka hoş,
Sizlersiz hayat çok nahoş,
Dost bildiklerim artık cansız bir post.

Bildiğimizin peşine düştük.
Bu bizim doğrumuzdur dedik.
Kaldık tek başımıza
Umarım sizin de gelmez başınıza...

Kim ki sormadan etmeden yargılar,
Gelip de dost bildiğine sorup soruşturmaz
Gün gelir döner,
Kendi başına gelir.

Sanma ki bu temennidir,
Ne de beddua,
Aklın yolu birdir nasılsa.
Umarım küpe olur bu satırları okuduğunda.

Eski günleri yad ettikçe,
Acır canım, sızlar yüreğim
Keşke geleydin soraydın da
Sonra edeydin surat derim.

Tüm bu dediklerime
Bir de selam eklerim.
Bu sizlerin seçimi ise,
Başımla beraber der, içmeye devam ederim.

Pazartesi, Kasım 08, 2010

"HADİ BE"




Hafif hırıltılarla sesini açmaya çalışıp, bir daha denedi. “Hadi be!” Kesinlikle sesi değişmişti. Ama bunu teyid edecek kimsesi yoktu yanında. Yemyeşil bir hiçliğin ortasında, karşısında lacivert bir umman duruyordu. Sesini duyurabileceği kimse yoktu... Kaç zamandır buradaydı? Bugün günlerden neydi? Hiçbir fikri yoktu doğrusu... Buraya nasıl düştüğünü hatırlıyordu dün gibi... Keşke dün olsaydı...

Büyük heveslerle, koca şehirden küçük bir kasabaya gelmişti. İlk başlarda herşey güzel, herşey yolundaydı. Herkes herkesle dost, herkes birbirine selam veriyordu. Küçük bir dükkanı, yetecek kadar parası vardı... Sigarası, rakısı...

Biran hayatında ne zamandır sigara, rakı olmadığını düşünmeye çalıştı... Ama kaç zamandır buradaydı? Bugün günlerden neydi? Hiçbir fikri yoktu doğrusu...

Tekrardan kasaba geldi aklına... Herkesle iyi, herkesle arkadaştı. Fakat bu pespembe tablo zamanla, konuşmamalara, çekişmelere, çelmeleşmeye dönünce... kısa bir süre mücadele etmeye sonrasında bir faydası olmadığını anladığında kendini çekmeye, çok daha az kişi ile görüşmeye başladı. Bu zamanlarda, çocukluk hayali olan teknesi ile daha fazla vakit geçirmeye başladı. Çok matah Bir şey olmasa da ona yetecek kadar bir tekneydi bu. Bir hayli bakıma ihtiyacı vardı ve zaman bolluğu ona çok güzel bir tekne yaptırıyordu. Dükkanını kimi zaman açmadan, karada yatık duran teknesinin yanında alıyordu soluğu. Kendince yaşam alanları yaratmaya çalışıyordu. 6-7 metrelik bir teknede, kargaşadan, riyadan hatta insanlardan uzak bir hayat hayal edip, rakısından bir yudum alıp, “Hadi be!” diyordu. Hayatı boyunca etrafında hep insanlar olmuştu. İnsansız nasıl yaşanabilirdi ki? O yüzden bu hayaler hep “Hadi be!” diye bitiyordu.

Günler geçtikçe tekne şekillenmeye ve yaşanası bir hal almaya başlamıştı. Kürekleri, ufak yelken direği, yelken bezi, sağlıklı motoru, küçük kamarasında, yatağı, küçücük mutfağı, Başaltında zincir yeri. Kıç altının üç tarafında dolaplar... Fazlaca eşya alabilir nitelikteydi. Son kat boyayı atarken teknesinin bir adı olması gerektiğini düşündü. Hemen küçük fırçasını alıp, “HADİ BE” yazıverdi. Haftaya suya atılacak olan “HADİ BE” onu o kadar heyecanlandırıyordu ki, artık eve bile gitmez olmuştu. Lüzumlu eşyalarını bir-iki seferde evden tekneye taşımıştı. Hatta, hiç de o kadar eşyasının olmaması içini bir hüzün kaplatmıştı. Büyük güne sayılı saatler kala, sabırsız bir çocuk gibi hissediyordu kendini... İçi patlayacak gibi... Günün sonuna doğru, dünyanın en mutlu, en gururlu insanıydı. Teknesinin kaptanıydı... Çekek yerinden, bağlayacağı yere motoru tek seferde çalıştırıp gelirken, kendini koskoca bir geminin kaptanı gibi hissediyordu. Çapasını atıp, kıçtan kara yanaştı limana... İpleri iyice kontol ettikten sonra, karaya adım attı. Bir iki insanı uzaktan bile olsa görmesi gerektiğini düşündü. Sessizce, kasabanın çarşı kısmına girdi. Dükkanına son birkez baktı. Sonrasında diğer dükkanlara ve sahiplerine... Hiçbir şey demeden, evinin olduğu sokağa doğru yöneldi. Yavaş yavaş hava kararıyordu. Fazla uzatmadan tekrar bir üst yoldan limana geri döndü. Yolda hiç kimseye rastlamamış olmasını “şans” diye yorumladı küçük bir fısıldamayla. Limanda en son suya inen tekne olması sebebiyle mi? Yoksa hakikaten güzelliğinden mi bilinmez “HADİ BE” ağırbaşlı bir salınımla küçücük dalgaların tadını çıkartıyordu.

Şimdilerde etrafına bakığında nerede olduğunu bile bilmiyordu. Türkiye'de bir koyda mı? Yoksa Yunanistan adalarının birinde mi? Bulunduğu yerden tek bir tekne geçişi görmemişti. Belki de ıssız adaydı... Bilemiyordu...

Sahile doğru yan yatmuş hafif parçalanmış “HADİ BE” direği kırık ama yine de çok alımlı ama salınımsız sabit dururken, aklına fırtına, yırtılan yelken, deneyimsizliği ve korkusu geldi... Limandan çıkışı sessiz ve bir o kadar şiirseldi... Cep telefonunu pusulanın yanına koymuş olması tamamen tecrübesizlik, hava durumunu takip etmemiş olması ise kocaman ve gerçek bir cehaletti.

Saatler sonra raks eden bulutlar ilk başta çok melankolik ve romantik olsa da sonrasında, çok büyük bir macera ve geri dönülmez bir gidişti...

Dalgalar onunla dalga geçerken, o bu haliyle hiç dalga geçemiyordu. Bir dalga onu göğe çıkartırken, diğeri dibe sürüklüyordu. Bir diğeri sancaktan vurup iskeleye yatırıyor, diğeri iskeleden alıp sancağa yaslıyordu. Bunlarla mücadele ederken, yelkenin çok fettan bir dansöz gibi figürleri onu fazlasıyla korkutmuş, hemen kılıfına sokulması gerekliliği gerçeğini hatırlatmıştı... O salınımlarda, telefonu, pilli radyosu denizin dibini boylarken, topladığı yelkeni taşıyan direği büyük bir çatırtıyla orta yerinden kırılıp, kafasına doğru yol alırken, hatırladığı tek şey kocaman parlak bir ışık ve ahşap gıcırtısıydı...

Anlamsızca bakarken ufka, Hüseyin Amca'nın tarlası geldi aklına, Enginar ekili tarla ne kadar da alışılmışın dışında bir görüntüye sahipti. Hatta kahvedeyken, Hüseyin Amca, o sene domates yerine enginar ekeceğini ilk ona söylemiş ve fikir istemişti. Tarımdan gram anlamamasına rağmen fikir hoşuna gitmiş lakin toprağın uygun olup olmadığını sormuştu. Diğerleri kıskıs gülerken, O ciddi bir şekilde Amcayı dinlemiş ve desteklemişti... Hüseyin Amca, ürünü tarladayken satmış, gayet mutlu mesut, O'nu ne zaman görse, sımsıcak bir gülümseyle başı ile selam verirdi. Denize bakıp bunu hatırladığı için biraz şaşırmış ama müdahale edemediği bir gülümsemeyle olduğu yerden kalkıp, “HADİ BE”nin yanına yöneldi. Son nefesini vermiş bir evcil hayvana bakarken hissedeceğiniz bir iç burkulması ile bakışlarını başka yöne çevirerek, yoğun ağaçlı küçük patikadan yürümeye başladı.

Tahmini, ufacık bir adada olduğu, bir şekilde, birgün etraftan geçen bir gemi tarafından görüleceği ve acı ama gerçek kurtulmak istediği kasabasına tekrar döneceği düşüncesi ile uzunca bir süre yaşadı.

Uzunca bir müddet, etrafında hiçbir canlı görmeden yaşadı... Anlatacak, paylaşacak çok fazla şeyi de olmamasına rağmen, bazı zamanlarda hakikaten yanında bir insan, bir kedi, bir kuş görmek, bir şeyler paylaşmak istiyordu...

Bir gün gölete yıkanmaya, yüzmeye gittiğinde, kendi suretinin aksini suda görüdüğünde, gözlerine inanamadı. Saç ve sakalları uzamış, son derece bakımsız ve salmış hali onu inanılmaz rahatsız etmişti.

Üzerindeki kıyafetler yırtık pırtık ayak tırnakları uzamış, el tırnakları ise akşamları kemirmiş olması sebebiyle uzayamamış ama son derece bakımsız hali için bir çıkış düşündü...

“HADİ BE” iyiden iyiye hurda olma yolundaydı ama hatırladığı kadarı ile bir avadanlıkta, bir takım materyeller olmalıydı... Göletin yanında, yırtık yelkeninin de yardımıyla yaptığı barınağından hızle uzaklaştı. “HADİ BE”nin hali içler acısı ama hala çok şirin ve O'nundu...

Kalıntılardan, bir iki eşya içerisinde, bir kutu, sanki bir altın külçesi edası taşıyan tırnak makası, ayna, makas... diğer tarafta ufacık küçük eşyalarına kavuşmuştu... Bunları kucaklayıp tekrar göletin yanında yeralan barınağına koşar adımlarla, bayramda şeker toplamış çocuk heyecanıyla geri dönmesini sağladı. Akşam ateşinde teker teker itinayla küçük hazinesini ortaya saçtı. Tekrar tekrar, ilk defa görmüşcesine... Sabahın ilk ışıkları kendini gösterdiğinde, tırnaklarını, sakalını ve saçının bir kısmını kesmiş olarak güne merhaba dedi...

O sabah, anladı ki, buradan kurtulması oldukça uzun bir zaman alacaktı ve O, o güne hazır olmalıydı...

Buradaki mevcudiyeti, O'na çok şeyler katacak ama elbet bir gün bu rüya yere veda edecekti...

Çünkü “ıssız ada” hikayeleri çok eskilerde kalmış günümüz teknolojisi ile ıssız diye birşey kalmamıştı...

Mücadeleden vazgeçmedi, bekledi bekledi bekledi... Ama hiçbir zaman bulunamadı... “HADİ BE” çürüdü gitti. O'da bir gün toprak oldu...

Hayatı boyunca, tarihi geçmiş bir Ece ajandasına, garip bir günlük tuttu ve bir gün öldü... Yıllar sonra o günlüğü biri bulup bana anlattı. Bende kendimce yorumlayıp size anlattım. Olay bundan ibaret...

Sağlıcakla kalın

Vosmanius