Salı, Mart 14, 2006

Gazete Okudum Kafam Karıştı...


"Şaşkın" by Erol Pir

Pazar günü bir Vatan Gazetesi alıp, Pazar gecesi göz atmaya başladım. Orta sayfalarda bir haber çok ilgimi çekti. İngilizlerin meşhur gazetelerinden The Times, tüm İngilizler’e ve özellikle de Tony Blair’e bir çağrıda bulunup, “Moraliniz bozuksa Istanbul’a gidin, öyle itibar görüyorsunuz ki kendinizi Beckham gibi hissediyorsunuz.” Buyurmuş…

Hayır, Beckham’ın koskoca Tony Blair’dan daha mı itibarlı olduğuna mı yanayım? İngilizlerin böyle bir itibara muhtaç olmuş olmalarına mı? Yoksa arkama bile bakmadan kaçtığım, moralimi hayli bozan Istanbul’un huzur yuvası olmasından bahsedilmesine mi? Bir gariplik var, var ama benim anlayamadığım bir sürü şey var… İyisi mi tekrardan bir okuyup anlamaya çalışayım… Ama ben bu cümleyi kaç kez sarfedip, tekrar tekrar okudum. Sanırım bir çeviri yanlışı var. Yok yok iyisi mi bir daha okuyayım…

Habere derinlemesine nüfüz ettiğimde, aslında bahsedilen Istanbul’un benim bildiğim Istanbul olmadığı, sadece isim benzerliğinden ibaret, sonucunu çıkarıp, derin bir nefes aldım doğrusu. Gerçi bu İngilizlerin bahsettiği İstanbul’da geçen semtlerin benim bildiğim İstanbul’la benzerlikleri de ilginç ama… Sultanahmet, Nişantaşı, İstiklal Caddesi, Fransız sokağı… Ama benim İstanbul’um daki, Kağıthane, Gazi Mahallesi, Küçük ve Büyük Armutlu, Kocamustafapaşa, Gaziosmanpaşa, Fatih, Rami, Beşyüzevler, İkitelli, Büyükçekmece gibi semtlerin yeralmadığını görüp… şaşırdım…

Bu makaleyi yazan Hartley Efendinin saydığı mağazalardan ise, Londra’ya biraz uzak bir yerleşim birimine Istanbul dendiğini çıkarttım. Mağazalardan bazıları şu; Stella McCartney, Sisley, Vuitton, Valentino… Hartley Efendi, birde lüks restoranların kapısında parkedilmiş Porsche’lerden ve Harley’lerden bahsedince hah! Tamam dedim. Kesinlikle aynı yerden bahsetmiyoruz… İnsanlar nasıl çift yaratılmışsa, Şehirler de öyle herhalde deyip, sayfayı çevirdim.

Birkaç sayfa ötede bir haber daha… Haydaa, Vatan gazetesi bugün yememiş içmemiş ben bu adamı Pazar Pazar nasıl hayretlere gark ederim, nasıl kafasını bulandırırım demiş ve döktürmüş sanki… Yapmayın ağalar, yapmayın efeler! Bir de üstüne üstlük yine dış kaynaklı haber ve yine İngiliz menşeli… Hadi buyrun bakalım… Efendim İngiltere’de “1001 icat” adlı bir sergide Müslüman mucitler tarafından gerçekleştirilen keşiflerin dünyayı nasıl değiştirdiği anlatılıyormuş… Hah dedim… bu satırları okuyana kadar yeni bir “karikatür krizi” yolda galiba… ama duur Independent gazetesinde genişçe yer verilmiş sergiden bazı örneklere bakalım beraber…
Kahve : Etiyopya’nın Kaffa kasabasında bir çoban (yahu şu çobanları hakir görmemek lazım, bakın ne çıkıyorsa çobanlardan çıkıyor dikkat edin…) bitki çekirdeklerini kaynatarak bir içecek buldu. Kaffa’nın adı Istanbul’da “kahve” oldu. Buradan da Venedik ve Ingiltere’ye ulaştı. (Bir dakika, benim bildiğim, ilk Avusturya’ya gitmişti ama neyse)
Kamera : Arap Ibn-El Haidam, ışığın göz tarafından emildiğini ve ışınların ne kadar dar bir delikten geçerse görüntünün o kadar netleştiğini buldu. Buluşun adını, Arapça’da “karanlık oda” anlamına gelen “kamara” koydu. (Hmm kafa yine karıştı bende kardeşim bizim dinimizde, resim, fotograf falan yasak ve günah değil mi? Hmm evet ondan bu işi Japonlar ilerletti o zaman…)
Satranç : İlk kez Çinliler tarafından oynandığı kabul edilse de (Eveet ben de öyle biliyorum.) bu muhteşem oyun Avrupa’ya Endülüs Emevileri tarafından tanıtıldı. (Tanıtmak, icat etmek anlamına mı geliyor? Anlamadım.)
Aşı : Pastör’den yıllar önce Türk hekimler tarafından keşfedildi. Daha sonra bu teknik bir İngiliz elçisinin eşi tarafından İngiltere’ye götürüldü. Türkiye, Avrupa’dan 50 yıl önce çocuklarını aşılmaya başlamıştı. (Eee ama bu kadar olmaz! Yıllarca ben Pastör’ün aşıyı icat ettiğini sanıp, yıllarca bu adama sövüp saydım. İğne korkumu tamamen ona mal ettim. Eee kendimiz ettik, kendimiz bulduk öyle mi? Ama bu ilk şok değil ki? İlkokuldayken de diş fırçalamayı soldan sağa, sağdan sola olarak öğretmiştiniz… Sonra bi gün bir sivri çıkıp “Hayııır, küçük daireler çizerek fırçaliyciiz dişlerimizi” dedi ve dünyamızı başımıza yıktı.)
Rüzgar Değirmeni : 634 yılında Persler tarafından keşfedildi. (Ama Hollanda’nın simgesi oldu… Tamam lale cepte gider ama koskoca değirmen nasıl gitti?)
Uçak : Wright kardeşlerden 1000 yıl önce Endülüs Emevisi, Firnas Cordoba’da ipek kumaştan yaptığı ilk basit uçakla uçtu. Adı Bağdat’da bir havalimanına ve Ay’da bir kratere verildi. (Sonrasında Seat marka bir otomobile, Bir kaleciye ve bir biraya isim oldu. Ama dikkat ettiniz mi? Endülüs Emevileri zeki adamlarmış yahu?)
Dolma kalem : İlk kez Mısır Sultanı tarafından 953’te kullanıldı. Avrupa’ya yüzyıllar sonra geldi. (Haliyle bizler icat etmişiz onlar götürmüş… ufacık dolma kalem gözden kaçmış… Ama bu arada aklıma Osmanlı’ya da matbaanın ne kadar geç ulaştığı geldi birden. Yani abartmamak lazım, olur bazen böyle şeyler)

Ben bunları yazarken ve yorumlarken çok eğlendim. Ama saydım baktım ki 7 tane icat var. Peki soruyorum geri kalan 994 adet icat ne? Buraya 7 tane en önemlisi olarak gördüğünüz icat buysa, diğerleri nasıl bir şey acaba? Merak ettim… Neyse… Bu kadar şaşırmak yeter… Bu arada bu İngilizlerin Müslümanlara şirin görünme çabalarına da çok gülmeye başladım ben… Yani aynı günde iki ayrı haber… İki ayrı eğlence kaynağı oldu bana… :-)

Kalın Sağlıcakla,

Vosmanius

Hiç yorum yok: