Pazar, Ocak 27, 2008

Küçük Bir Dörtlük


Mailboxumda buldum bu dörtlüğü, çok samimi bulduğum için paylaşmak istedim...



Bugün şapkanı kokladım.

İçime çektim iyice kokunu.

Sonra özledim, özledim, özledim...

İçim acıdı... Sustum... belli etmedim!

Küçükev ve Horoz


Hani nohut oda bakla sofa tabir edilir ya… İşte tam öyle bir evde yaşadım bir müddet Eski Datça’da… O kadar sevdim ki o evi… kalibresine uygun, adına “küçükev” dedim. Taş yığma olan bu evi sakız gibi beyaza boyayıp, daha da şirin bir hal almasına sebep olduğuma inanıyorum. Kapıdan hemen girişte karşıda tuvalet. Sol tarafta yaşam alanı ve mutfak sağ tarafta ise yatak odasından mütevellitti evim… Kocaman bir bahçenin içinde yeralıyordu evim. Çok samimi söylüyorum, bahçenin keyfini hiçbir zaman süremedim. Gece geç vakit gelip, kapının önünde bir iki kadeh içip, gökyüzündeki yıldızlara bakıp, yorgunluk atıp, girer yatardım… Çok keyifli anlardı onlar. Burada yani Datça’da hayatımda görmediğim kadar yıldız gördüm… Yıldız derken şöhret değil… gökteki yıldızlardan bahsediyorum… Hangisi küçük ayı hangisi büyük ayı bilmem ama hepsi birbirinden güzel… Çoban yıldızını hep bir uydu ile karıştırırım. Ama benim kabahatim değil… İnsanoğlu orayı da kendi çöplüğü gibi kullandığından, o cisimleri yıldızlarla karıştırabiliyoruz… Bunu söyledikten sonra aklıma Maşukiye’de bütün bir akşam mehtaba içtiğimi sanıp, çalıların oraya yaklaştığımda onun bir gece lambası olduğunu farkettiğimdeki halim geldi… Çok komikti… :-D

Neyse, Bir akşam küçükev’de rutin merdiven muhabbetinden sonra, yatmak üzere odama çekildim. Gecenin bir yarısı uykumdan bir fırlamak fırladım ki görmeniz gerekirdi… Ses bir böğürtü, boğazlanan biri ne biliim korkunç bir ses işte… Neden sonra bunun bir horoz sesi olduğunu anladım… yatakta doğrulmuş bir şekilde gözlerimi ovalarken, bu horoz cayırtısının nerden geldiğini kestirmeye çalışıyordum…Yataktan doğrulup, uyku sersemi terliklerimi aradım… Tuvalete baktım. Salona baktım… Bakacak oda kalmadığından kendimle şüpheye düştüm… Acaba bu bir rüya hatta kabus muydu? Kapıdan dışarı baktım…Salonun penceresinden de… Ama ortalıkta hiç kimsecikler yoktu… kaşına kaşına tekrar yatağa döndüm… Birden yatak odasında ayak ucunda olan pencereden dışarı da bakasım geldi. Perdeyi araladığımda, hayatımda hiç unutamayacağım bir görüntü ile karşı karşıya kaldım…
Gagası sonuna kadar açık üçgen dili ritmik olarak oynayan, boynunun tüyleri diken diken olmuş, muhtemelen dünyanın en çirkin horozu penceremin önünden odama bağrıyordu poposunu yırtarcasına… Yalan yok korktum… Tarih öncesi minyatür bir dinazora benziyordu… Fakat şaşkınlığımdan silkinip, hemen kapıdan çıkıp kovaladım o hilkat garibesini… Garip bir meydan okuma sesiyle uzaklaştı olay mahalinden… Baktım arkasından, O da yan evin duvarından kafasını tuhaf bir şekilde sallayıp, karanlıkta kayboldu… Bir anlam veremedim ama çok uykum vardı. Hemen bıraktığım yerden devam üzere elektrikli battaniye ile ısıtılmış yatağıma geri döndüm.
Fakat bu anlattığım olay hemen hemen her gece yaklaşık birkaç hafta devam etti. İlk zamanlar korkarak uyanırken, sonlara doğru el yordamıyla, istifimi bile bozmadan pencereye doğru “şşşşt, hoooşşşt” gibi nidalarla olayı savuşturup tekrar uyuyabilir oldum.
Bir gün, yanılmıyorsam bir anneler günü arifesinde, işletmemin bir takım eksiklerini tamamlamak üzere, sabahladım. Sabahladım çünkü Kaymakam Bey mahallemizi ziyaret edecek, işletmemi gezecekti. Dolayısı ile herşeyin kusursuz olması gerekiyordu… Dolayısı ile işim bittiğinde saat sanıyorum 5 suları felandı… En azından bir duş alıp az bişi uyuyayım diye “küçükev”e çıktım. Tam eve yaklaştığımda, bir baktım ki bizim hilkat garibesi, kanatları kabartmış, gagası sonuna dek açmış, hazırlık içersinde… Öttü ötecek… İşte tam o an, sağ elimi hafif yumruk yapıp, sol elimi gergin bi şekilde sağ elimin üzerine “şrrraakk!!” diye yapıştırıp, “Nihahahaa nooldu bunu beklemiyordun değil mi? Uyandıramadın işte! Nihahahaa karizma iki paralık oldu!!!” diyerek bağırdım. Neye uğradığını şaşıran horoz şaşkınlığını atıp çağanoz gibi yüriyerek ve mırıl mırıl sesler çıkartarak yan bahçeye gitti… Bu onu derinden yaralamış olacak ki bir daha pek uğramadı pencereme… Ama tabi bu olay Eski Datça’da tarafımdan anlatıldığından, sahibi olan komşumun da kulağına gitti. Birgün komşum beni görüp olanlardan dolayı çok üzgün olduğunu, horozu adına özür dilediğini söyleyince, “Ne olacak yahu horoz bu laftan anlamaz boşver” dedim. “Yok abi kesçem ben onu” dedi… Çok geçmeden suyuna da pilav yaptı herhalde… Bugün rahmet mi istedi ne? Aklıma geldiği için paylaşmak istedim…

Sağlıcakla Kalın

Vosmanius

Cumartesi, Ocak 05, 2008

Yalnızlık

Ateş yanıyordu... ben, şöminenin karşısında, kaç saattir oturduğumdan bihaber ateşi seyrediyordum. Tüm sevdiklerimden uzak, öyle seyrediyordum ateşi... Ateşte bir kadın vardı. Kıvrak, işveli, fettan... müzik olmaksızın dansebilen ve baştan çıkartan... hani biraz kendimi bilmesem üçüncü, ikinci veya en birincisinden yanık işten bile değil... taş duvarla örülü yalnızlığımın illüzyonları beynimin çeperlerinde...
Kişi yalnız doğar. İkiz ve daha çokuzlar hariç. Yalnız ölür. Kitleseller hariç. Kalabalıkta bile yalnız hissedebilir ki çoğu zaman ben hissederim... manyak mıyım hayıııır kesinlikle değil... Fakat bir müddet yalnızlık vahşi eder insanı. Birini tanıyorum çok yakından, çok sosyalken, çok meziyeti varken, o meziyetleri ile birçoğunu cebinden çıkartır ve çıkartabilecekken, bıraksan kimseyle görüşmez... dönemin çok popüler bir okulundan mezun... yaşıtları biryerlerin en fevkine gelmiş. Ama gel gör ki bahsettiğim kişi, içinin en derinliklerinin ta dibinde, inzivada... sevmediği bir hayat yaşıyor... Yalnızlık kimi zaman iyidir ama abartmamak lazım... Yalnızlık ufak çaplı bir uyuşturucudur. Alıştın mı geriye dönemezsin... Çık kalabalığa, nefreti kopar içinden... kimse sandığın kadar kötü olmayabilir. Bu kötülüğü kendine yapma... Ben çok dinledim kendimi... ve farkına vardım ki, Sevmek en büyük ilaç... doğayı sevmek mesela, yemyeşil ağaçtaki portakal veya kafasına göre biten bir semizotu... bahara çok kala bir zamanda açan badem çiçekleri... doğaya şapka çıkartmak için aklıma bir anda gelenler. Sevelim, herşeye rağmen. Gösterelim karşılık beklemeden... Söyleyebilelim elimizden uçup gitmeden...
Sağlıcakla Kalın
Vosmanius
Sait Faik hikayeleri üzeri Zülfü Livanelli tarafından yazılmış bu satırlar gibi...
"Dünyayı güzellik kurtaracak,
Bir insanı sevmekle başlayacak herşey
..."
Tamamı :
Bir kıyıdan baktım dünyaya
Ellerimde tuz, avucumda sedef
Bir mavilik,
Bir açıklık
Özgürlük hasreti yüreğime vuruyor
Nerede, nerede insanlar?
Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak herşey
O üzüntü birden gelir
Yağmurlu havalarda
Yeniden kurarım dünyayı
Ben kederlerle
Kimseler aşık değil mi bu şehirde?
Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak herşey
Hava, martılar, ışıklı şehir sarhoş ediyor beni
Yosun kokusu
Hilesiz kucaklamak istiyorum dünyayı,
Şehri ve seni
Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak herşey

Cuma, Ocak 04, 2008

Deniz Dinlendirir Adamı...


Öncelikle hepinize mutlu yıllar...


Aklımda o kadar çok şey birikti ki yazacak... Ama bir türlü bilgisayarın başına geçemedim. Bu aralar tekne restorasyonuna verdik kendimizi... yakında hikayesini en azından "önce-sonra" tarzında resimlerini koyacağım siteye... Restorasyondan vakit ayırıp, ara sıra denize de çıkmaya başladık. Balık tutma amaçlı ama balık tutmaya muvaffak olamadan :-D


Bugün öyle bir manzara vardı ki denizde... inanılmaz fikirler verdi... İnanılmaz hikayeler canlandırdı bende...


Sabahın 06:30'unda denizdeydik. Gri bulutlar Symi'nin üzerini kaplamıştı... Belli ki yağmur yağacaktı. Umarım ıslanmazdık. Elimde kalınca bir misina ile balık tutmaya çalışıyordum aynı esnada aklıma elimizden kayıp gidenler geliyordu. Ne garipti beşer ilişkileri, ne garipti insanın ta kendisi... verilen kararların haklı çıkmak adına türetilen bahaneleri, bu bahanelerin ardına alınan şahitler... Hava gitgide dönmeye başladı... Şiddetli bir yağmur yağmaya başladı... yağmur hep gözyaşını getirir aklıma... insanla içiçe gözyaşı dökmeden olur mu? Dökebilmeli insan gözyaşlarını erkek bile olsa... Bakmayın "erkekler ağlamaz" diyene... erkek de gözyaşı döker... insansa...


Şiddetli yağmur dindi... soğuk iliklere işlendi... Bulutlar Datça'nın üzerini aşıp, köylere ilerledi. Balıklar yine dalgalarını geçtiler... Geri dönme zamanı limana, bir adaçayı, bir kuşburnu...


Sabah erken kalkmak ne güzel... Balık tutamadık ama en azından kendimizi dinledik...


Sağlıcakla Kalın


Vosmanius