Perşembe, Kasım 25, 2004

Kar mı? karmaşa mı?


kar
Yaklaşık bir haftadır meteorolojistler sürekli beyanatlar veriyor... Bugün yağacak yarın yağacak derken bi gıdım bir şey yağıyor. Ama bu bir gıdım kar insanların 3-5 saatte bir yerden bir yere gitmelerine yetiyor. Bugün içinde "etkili kar yağışı" dediler ama şu an güneş tepede... Tabi akşam üstü ne olur bilinmez...
Bu arada son dönemlerde meteorolojinin inanılmaz yol katedildiğine inanmaktayım... Özellikle Power Fm ve Cnn Türk'te program yapan bir arkadaş var ki... Yani utanmasa saati saatine söyleyecek... Bir de NTV'de kalplere korku saçan bir abimiz var... Sanki her an televizyondan fırlayıp, "Hüüüop uyuklama... Kime anlatıyorum ben!" diyecekmiş gibi geliyor... O televizyonda olduğu zamanlar bacak bacak üstüne pozisyonumdan vazgeçip, hazırola geçiyor, pür dikkat onu dinliyorum... Ne me lazım... korktum bir kere... :-)
Hepinize mevsim normallerinde havalar diliyorum. Umarım bu kar, geçen sene olduğu gibi bizlere karmaşa yaşatmaz...

Salı, Kasım 23, 2004

Hobiler


muratbilgin
Hobiler günümüz büyükşehir yaşamında beton içinden fışkıran bir kardelen gibidir... Geçenlerde vaktimin ne kadarını hobilere ayırıyorum? nelerdir benim hobilerim diye düşündüm. Aslında hobi nedir? pul biriktirmek mi? maket yapmak mı? doğa yürüyüşleri mi? sanıyorum insanı günlük telaşeden uzak tutan her türlü aktivite hobi olabilir. Dolayısı ile yanda yeralan linklerin dışında şimdi tanıtmaya çalışacağım siteye de göz atmanızı rica ediyorum. www.gemimodelciligi.com ben çok zengin içerikli buldum... Yaratıcısı Mehmet Salihoğlu bu işe baş koymuş. Hobim işim oldu diyerek beni ve bir çoğunuzu da kıskandıracağına eminim. Mehmet Salihoğlu'nun aynı zamanda bir hobi atölyesi var. En kısa zamanda kendisini orada ziyaret etmek düşüncesindeyim. Bir de anladığım kadarı ile bir akrabası da bu modelcilik virüsünü almış ve tezgah tasarımı yapıyor. Bu zat'ın adı da Murat Bilgin... Mehmet Salihoğlu'nun sitesinde bir linki var. Ayrıca Salihoğlu'nun dedesi ile ilgili olan kısmı da şiddetle tavsiye ediyorum. Bu tarz hikayeleri çok çok seviyorum. Son olarak Digitürk'ü olanlara ufacık bir hatırlatma yapmak istiyorum. HOME TV kanalında, eski konakların, evlerin hikayelerini anlatan bir program var. Ben rastgeldikçe seyrediyorum... Salihoğlu'nun dedesinin hikayesi sizi sardıysa kaçırmayın derim... Hepinize hobilerinizi doyasıya yaşayabileceğiniz günler dilerim...

Pazartesi, Kasım 22, 2004

Marketing Fuarı


yenirenk
Fikirlerine değer verdiğim dostlarımdan Özgür Poyrazoğlu'nun yönetimindeki Yeni Renk bilişim firması, Tüyap Beylikdüzü'nde bir fuara katıldı. Safinaz'da konu mankenliğini üstlendi...
Kimdir bu Safinaz diyorsanız ileride tanışacaksınız merak etmeyin...
Ufak bir künye geçmekte fayda var.
Adı : Safinaz
Marka : Volkswagen Karmann Ghia
D.Tarihi : 1959

Perşembe, Kasım 11, 2004

Kanlı Sonbahar


hacivat&karagöz (photo:sokakta.com)

4 yıldır Romanya, Bükreş'te faaliyet gösteren, Erkan Eryüksel yönetimindeki "Hayat Gazetesi" nin yeni transferlerinden Baha Pir yakinim olur. Yıllarca Hürriyet Gazetesinde çalıştıktan sonra, uzunca bir ara verdiği mürekkep kokusuna tekrar geri döndü. Yıllar yılı, yazması konusunda baskılarıma maruz kalan sevgili babacığımın, yazı, anı ve şiirleri burada ara ara yer bulacak. Değerli fikirlerinizi comment'lere aktarırsanız belki de Baha Pir'e özel bir web sayfasının da temellerini atmış olursunuz kimbilir?
vosm@nius


Kanlı Sonbahar

Güneşli bir kasım sabahına uyanıp, henüz Istanbul'u terketmemiş o güzelim sonbaharın tadına varmaksa amacınız... Sarı ve kırmızıya dönüşmüş kuru yaprakları ezerek Belgrad ormanlarında dolaşmak, sonra Boğaz'da balık tutanları seyretmek geçiyorsa içinizden...
Oltaya takılan istavritlerin dansını seyre dalarken, denizle sarmaş dolaş olmuş tarihi yalıların yalnızlığına katılmak ne hoş olurdu diye düşünürken bakıyorsunuz minare şerefeleri bir bir aydınlanmaya başlamış. Oruçlu olmadığınız halde iftar saatinde bir küçük esnaf lokantasının dar iskemlesinde kendinize bir yer bulup oturuyorsunuz.
Süzme mercimek çorbasını kaşıklayıp bir porsiyon köfteyle piyazı iştahla mideye indirdikten sonra yolunuz Sultanahmet'e uzanıyor.
Tam bir renk cümbüşü burası. Tarihi at pazarı gerçek bir panayırı andırıyor. Macuncusundan keten helvacısına, bozacısından, sucuk-ekmek satıcısına kadar herkes yerel giysileriyle yerini almış burada. Eski lunaparkların o eğlenceli tadına doyulmaz havasını iyiden iyiye hissediyorsunuz.
Çocuklar yepyeni bir dünyaya adım atmışcasına neşeli. Anne babalar böyle bir güzelliği onlara armağan ettikleri için de gözleri pırıl pırıl.
Bu meydanda herkes tatlı bir telaş içinde. Alman Çeşmesinden şerbet yerine yaşam iksiri damlamakta. Sultanahmet Camii koca ve görkemli gövdesiyle buradaki eğlenceye sanki hamilik ediyor. Çeşitli semtlerden, meydana akın akın koşup gelen bu insanlar bir haftadır Istanbul'da yaşanan "kanlı sonbahar"ın lanetini belki de üzerlerinden atmaya çalışıyorlar. Öte yandan evine bir an önce kavuşmak için el çantasını bebek gibi göğüsüne yapıştırmış genç kız korkulu gözlerle otobüs durağında bekliyor.
Kalabalıklarda, özellikle yeraltı geçitleriyle kentin tenha köşelerinde herkeste saldırıya uğrama ve ölüm korkusu. Istanbul'u daha bir güzelleştiren bu bulunmaz kasım güneşinde, üzerimize çöküp bizi boğmakta olan bu siyah perdeyi kim aralayacak? Cep telefonunu vermemek için direnen yaşlı adamın gözlerinin oyulmasını kim engelleyecek?
Pırlanta gibi bir genci dövüp trenden atan kapkaççılara kim dur diyecek? Üç kuruş uğruna masum bir insanın boğazının kesilmesine kim ve nasıl mani olabilecek? Sanayi sitesini basıp, koruma görevlilerini ağır yaralayan tinerci ordusunu kim durdurabilecek? Taksiciyi bıçaklayıp, onu kanlar içinde içinde bırakan bu gözü dönmüşlerin, icraatlarını bundan sonra da sürdürmelerine göz yumulacak mı? Bu güzel güneşli kasım ayını kana bulamaya devam edenlere hep böyle seyirci mi kalıncak? Başta Emniyet Müdürü olmak üzere bu kentin Valisi ve de asayişten sorumlu tüm kişileri maç izler gibi facia boyutuna ulaşan olaylara hep mi seyirci kalınacak? Bizler yıllar yılı dekor deviren acemi aktörlerin oyunlarını seyretmeye mi layik görüleceğiz...

Baha Pir
(11.11.2004)



Şeker Bayramınız Kutlu Olsun


seker
Hepinize şeker tadında bir bayram diliyorum. Aman yola gidecekler, dikkatli olun...

Pazartesi, Kasım 08, 2004

Bir Başkadır İstiklal Caddesi


rf
Verimsiz geçen bir cumartesinin ardından, Pazar günü sevgili dostlarımız Öcel'ler ile buluştuk. Çamlıca'nın enteresan mekanlarından olan "O Ağacın Altı"nda kahvaltı ettikten sonra çoluk çocuk sahibi sorumlu aileler olarak "Carrefour Vega" da bebelerimizi eğlendirdik... Sonrasında İstiklal Caddesine gitme fikri ile heyecanlandık. İşlerimiz gereği çok fazla gidemiyoruz şehrin göbeğine... Atladık gittik. İlk durak "Cezayir Sokağı" inanılmaz bir çalışma... Emeği geçenlere sonsuz teşekkürler. Sonrasına İstiklal Caddesinde bir yürüyüş ve alış veriş çılgınlığı... Odakule'nin altındaki "Collezione" fiyatları ile dikkat çekici... Şiddetle tavsiye edilir. Tabi sokak tezgahlarını unutmamak lazım... Hani o ara sokaklarda olan sokak tezgahları... "Ne alırsan Üçbuçuk Milyon, Beş Milyon, On Milyon"... Şampiyon'da kokoreç molası... Ama ne yalan söyleyeyim eski tadı yok ve elemanlar hayattan bezmiş... Belkide ramazan olmasından... Balık pazarında, Şampiyon'u biraz geçtikten sonra olan pasajdaki rengarenk dükkanlar muhteşem... Özellikle de teneke kutu satan dükkan... Bayılıyorum oraya... En sonunda "Teras Café& Restaurant" Çok ilginç bir yer... Dostum Fatih ilk kez nargile denedi... Türk kahvesi son derece başarılıydı... Netice itibari ile güzel pazardı.

Cuma, Kasım 05, 2004

Vosmanius Gerçekten Var mı Diyenlere...


vosmanius/Pir ailesi
Vosvoslarla yapılan bir gezi sırasında yakın dostları Pir ailesi ile Vosmanius'un çektirdiği bir fotoğraf... Vosmanius gerçekten var mı diye soranlara...

Perşembe, Kasım 04, 2004

Cenk Usta'dan Yemek Tarifleri


cenkusta
Merhaba Değerli Dostlar!
Çok eskilerden tanıdığım, gönül adamı, gurme, life style üstadı Cenk Usta ısrarlarımı kırmayıp, bundan böyle belli aralıklarla birbirinden güzel yemek tarifleri ile artık burada... 1960'lı yılların başında ebe marifetiyle evde dünyaya gelen sevgili Usta meslek hayatına askerde patates soyarak başladı... geliştirdiği yöntemlerle ve birbirinden enfes yemeklerle birçok esnaf lokantasında aranılan ustalar arasına girmeyi başardı. Cenk Usta yaratıcılığın sınırlarını zorlayıp, sulu yemek literatüründe bir fenomen oldu. "Otlar ve baharatlar", "battis oturtma teknikleri", "İmam Neden Bayıldı?", "Cenk Usta'dan Soğuk yiyecekler ve mezeler" isimli yemek kitaplarının yanısıra, askerlik günlerini anlattığı "Tarraaam!" adlı kitabı bestseller oldu. Geçtiğimiz yıl, "Semizotu ve sarmısaklı Yoğurt" adlı şiir kitabı, Rusça ve Felemenkçeye çevrilen Cenk Usta'ya aramıza hoşgeldin diyor ve sizleri bu büyük insanın şiirsel yemek tarifleri ile başbaşa bırakmak istiyoruz.
-----------------

Sevgili Sevgi Pıtırları,

Sevgili dostum Vosmanius'un ısrarlarına daha fazla kayıtsız kalamayıp aranıza katılmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Halen yazımı devam eden "Tatlı ve Tuzlu Su Balıkları" isimli yapıtımdan bir örnekle sizlere ilk tarifimi vermek istiyorum...
Efenim, yemeğimizin adı Alabalık Buğulama. Tarifimiz dört kişiliktir. Aile salonumuz üst kattadır. Bıyrııın... Pardon... Efenim malzemelerimizi şöyle sıralıyorum...
4 adet Alabalık (fileto edilmiş)
Şimdi aranızda fileto ne demek çıkan olabilir... efendim izah ediim. Balığı kesme tahtasına yatırıp, ortadan ikiye bölme işlemine fileto diyoruz.
4 adet defne yaprağı
Defne yaprağının rahiyası mükemmeldir efendim.
3 adet domates
Ezik olmamasına tikkat edelim... Gerçi nerede o eski domatesler di mi efenim?
3 adet çarliston biber
Efenim çarliston biberi genelde tatlı biberdir... Ama çarlistonun acısına da rastlanmaktadır... Aman efendim evlerden uzak olsun... İnanılmaz bir acıdır... Allah sizi inandırsın...
1.5 adet limonun suyu
Efenim özellikle taze limon kullanmanızı tavsiye ediyorum. Hani o hazır limon sularından uzak duralım mümkün mertebe... Malum "E"li katkı maddeleri içerir kanserojendir... Aman!
70 gr. tereyağ(margarin veya likit yağ da olabilir)
Zeytinyağının bünyeye faydaları saymakla bitmez... Kulağınıza küpe olsun.
250 gr. mantar
Aman öyle bedavaya getirecem diye bilip bilmeden ordan buradan toplamayın bir sürü aile telef oldu bu yolda. Mantar başlı başına bir bilimdir. Gidin paşa paşa kültür mantarı alın marketten.
1 çorba kaşığı kapari turşusu
O ne demeyin o da markette var... gelişememiş bamyaya benzer... çok faydalıdır.
Tuz ve karabiber
tuza ve bibere bi yorum yapmiim dedim ama geçenlerde Tuz gölü ile alakalı bir i-mayıl okudum valla şaştım kaldım... Kaya tuzu kullanın... Daha sağlıklıdır. Karabiberi de tohum olarak değirmende öğütün. Değirmeniniz yok ise havanda dövüp kullanın.
Efenim malzememiz bunlar şimdi müsadenizle yapılışına geçeyim. Efenim, Domatesler halka halinde kesilip yağlanmış tavaya dizilir. Alabalık filetoları domateslerin üzerine intizamlı bir şekilde yerleştirilir. Elimizde kalan domatesler ise dörde bölünüp balıkların aralarına yerleştirilir. Unutmayalım ki ne yemek yapıyor olursak olalım önce göze sonra mideye hitap etmelidir. Çarliston biberler çekirdekleri çıkarıldıktan sonra uzun şeritler veya halkalar halinde kesilerek balıkların üstüne yerleştirilir. İkiye bölünmüş mantarlar, bir çorba kaşığı kapari turşusu ve defne yaprakları ilave edilir. Limon suyunu balıkların üzerine döktükten sonra balıkların üst seviyesine kadar su konur, kararınca tuz ve karabiber ilave edilir ve kapağı kapatılıp hafif ateşte 30 dakika pişirilir. Bence böyle enfes bir buğulamaya 2 ila 3 diş doğranmış sarımsak ta ilave edebilir ki; tadından yinmez efenim. Afiyet olsun... Her balık yemeğinden sonra, mutlaka tatlı yemeği ihmal etmeyin efenim.
Sizin Cenk Ustanız...

Pazartesi, Kasım 01, 2004

Seyahat Notları


airbus
Melissa ne zaman bir uçak görse, elini göğe uzatır “Uçak! Uçak” diye sevinçle bağırır… Bir gün beni ziyaret ettiğinde, İşyerimin çok yakınında olan uçakların neredeyse başımızın üstünden kalktığını görünce, sevinç çığlıkları atmıştı…
Geçtiğimiz hafta, İzmir’de yaşayan dostlarımızı ziyaret etmek, hasret giderebilmek için yolculuk kararı aldık. Tabi 2-3 alternatif var. Birinci alternatif, otomobille gitmek… İkincisi Otobüs, Üçüncüsü ise uçak…
Otomobil alternatifi, hem yorucu hem riskli tabi keseye zararı da var. Ama inanın yorgunluğu bir haftada ancak atabiliyorsunuz. Dolayısı ile bu seçeneğin üzerini çizdik.
Otobüs olayında ise, benim inanılmaz bir inadımdır. Fakat yürekten söyleyebileceğim Türkiye Cumhuriyeti’nde iki tane güvenilir firma olduğudur. Biri Varan diğeri Ulusoy.
Uçak olayında ise artık THY’ye bir sürü alternatif var. Biz bu alternatiflerden Atlas Jet ’i denedik. Atlas Jet ve diğer özel şirketler inanılmaz promosyonlar yapıyorlar… Dolayısı ile otobüse gerçek bir alternatif. Hem vakit tasarrufu hem de çok fazla yorulmadan seyahat etme imkânı bulabiliyorsunuz.
Gidişte Atlas Jet ile dönüşte THY ile dönerek de harika bir karşılaştırma imkanı yapma şansı elde ettik. Öncelikle Atlas Jet ile ilgili söylenecek çok büyük bir olumsuzluk yok. Sabahın köründeydi uçuşumuz. Atatürk Havalimanı’na girişte inanılmaz derecede insanı strese sokan bir arama taramadan geçmek durumundasınız… Üstelik bu arama tarama hem ilk girişte, hem de uçağa girmeden oluyor. Atlas Jet dakik olarak kalkışını gerçekleştirdi. Uçuş ekibi oldukça güler yüzlüydü. Fakat, uçağın temizliği konusunda bir iki laf etmem gerekiyor. Kızımla ilk defa bir uçağa bindiğimizden, onu oyalayabilmek için koltuk cebinde yer alan basılı belgeye elimi uzattığımda, ellerim yapış yapış oldu… Masayı indirdiğimde, masanın üzerinin de yapış yapış olduğunu ve buraya dökülen meyve suyunun cebe kadar ulaştığına tanık oldum. Hostesi çağırıp, “burası yapış yapış,” dedim. Gayet safça “evet herhalde meyve suyu dökülmüş” demez mi hostes??? Yüzüne garip garip baktım. Yanımdan uzaklaştı, “hah! Temizleyecekler” dedim içimden… Birazdan yanıma 2 adet kolonyalı mendille döndü. Zvart ’la birbirimize baktık… ve bir ağızdan “Ne kadar ekmek, o kadar köfte” dedik. Hakikaten de o paraya uçulabiliyorsa, bir takım şeylerden feragat etmek gerekiyor galiba… Giderken Melissa kesinlikle en ufak bir sıkıntı göstermedi. Sanki her gün uçağa biniyormuş gibi o kadar rahattı ki… Şaşırdım doğrusu… Hatta eğlendi bile diyebilirim. Gelelim dönüşte THY’ ye…Adnan Menderes Hava Limanı inanılmaz hayal kırıklığı yarattı bende. Hakikaten, hiç güzelim İzmir’e yakışmayan ufacık bir hava limanı. Tabi bu havalimanında da arama tarama çalışmaları var. Fakat bizim en büyük şansızlığımız önümüzdeki Çinli ailenin, yirmi beş tane bavulu olmasıydı. X-ray cihazı yeterli gelmedi. Zar zor geçtik ilk kontrolden, fakat anons üzerine anons yapılıyor hadi uçağa gelin diye… Neyse Check-in yapıldı. Bagajlar verildi. Bir ufak problemimiz var. Üçlü yer kalmamış. Dolayısı ile iki tane karşılıklı koridor ve bir arka sıra yerimiz var. Ama kararlıyım Kabin görevlileri ile hallederim. İkinci x-ray ’den geçilecek ama meşhur Çinli aile yine önümüzde… Yirmi beş bavulun bir kısmı uçakta yanlarında gidecek. Görevliye panikle “kaçırmayız değil mi uçağı?” diye sordum. Aldığım cevap muhteşemdi. “Meraklanmayın tek uçuş zaten kaçmaz… Eli mahkum bekleyecek!” Hayda! Dolmuş mu bu? THY’nin uçakları nispeten temiz. Uçağa girer girmez durumu kabin görevlisine ilettim. Hakikaten de hemencecik halletti. Hatta yeni bir şey öğrendik. Meğer D E F sıralarında dört oksijen maskesi olurken, uçağın sol tarafında bulunan A B C sıralarında 3 oksijen maskesi olurmuş. Bunu da hallettik. Yemek servisi ilginçti. Yanlışlıkla iftarlık yüklemişler. Olsun varsın… rahat rahat uçuyoruz. Biricik kızım memnun hayatından. Rötarsız kalktık, rötarsız İstanbul’a vardık. Sonuçta havayolları ile seyahat gayet mantıklı. Gerek Türk Havayolları, gerekse Atlas Jet’te gayet güzel gittik geldik. Şimdi yazıyı son bir kez daha gözden geçireyim diye okuyunca, ne yazık ki üç bir tarafı denizlerle çevrili bir ülke’de yaşıyor olsak da alternatiflerin sadece kara ve hava yolu olarak anılması üzücü geldi. Trenyolu ve Denizyolu yok gibi birşey... Eskiden, İzmir’e Ankara Feribotu ile gitmeye bayılırdım oysa ki… Bir yolculuk esnasında onu da ailemle deneyip, sizlerle paylaşmak isterdim. Ama bu feribotlar artık Çeşme-Brindisi arasında hizmet veriyor…

Kayıklar, Kayalıklar...


kayiklar, Cunda Adası Erol Pir (c)

Deniz üzerinde yol alabilmek sanıldığının aksine çok zor iştir... Dalgası var fırtınası var... Bu çetin uğraş ile profesyonel hayatımız arasında inanılmaz bir paralellik vardır. Sabah erkenden barınağı terkedip balığa çıkarsınız... Gözleriniz umut doludur... Bir sürü balık yakalayıp eve dönmektir niyetiniz... Ama gel gör ki bir fırtına çıkar ananızdan emdiğiniz sütü burnunuzdan getirir... O zaman tekrar barınakta olabilmek için elinizden geleni yaparsınız lakin fırtınanın tam ortasında bu pek mümkün olmayabilir.
Bu pazartesi, benim için çok iyi başlamadı... Bu fotoğraftaki sakinliği yaşamak isterdim. Süt liman denizde, ağları tamir etmek, tekneye zımpara yapmak, motorun yağını kontrol isterdim... Ben, bugün bu fırtınayı hiç yaşamak istemezdim... Sahilden gelene geçene el sallamak isterdim. Ama balık tutmak zorunda olmam gerçeğini değiştiremem...
Hepinize, az dalgalı, az rüzgarlı günler...