Salı, Şubat 06, 2018

Tuz tanesi






Hani bazen huzur bozan sessizlikler vardır. İşte hiç de öyle değildi ortam. Zaman durmuşçasına, etrafta hiç canlı yokmuşçasına... Sinekler daha da sessiz uçmak için üstün bir çaba harcıyordu. Cırcır böcekleri arada cırladıklarında yanındakilerden özür dilercesine hareketler yapıyordu... Rüzgar ağaç dallarından ıslık sesi çıkartmamak için zigzaglar çiziyordu.

Etraf büyüleyici güzellikte, kır uçsuz bucaksız ve evren sonsuzdu ve bizler bir tuz tanesi kadar ufaktık. 

Pazartesi, Kasım 06, 2017

Yıllar evvel bu bloga start verdiğimin üzerinden yıllar geçmiş, hatta "geri döndüm" dediğimin üzerinden bile yıllar ve yıllar geçmiş. Yaklaşık iki haftadır içimde köpüren duygularım en sonunda dışarı taştı.
Zaman zaman bir iki satırını sosyal ortamlarda paylaştığım hikayelerimi tekrardan buradan paylaşacağım için son derece heyecanlıyım.

O kadar çok hikaye birikti ki... Umarım okuyacak birileri olur... Eskiden dünyanın öbür taraflarından insanlar okur ve özelden mesaj atıp güzellikler paylaşırdı. Hey gidi heyyy!

Çok kısacık süre sonra yeni hikayelerle görüşmek üzere ;-)

Çarşamba, Aralık 18, 2013

Uzun zamandan sonra Merhaba...



Çok uzun zamandır yazmadığımı utanç içerisinde itiraf ediyorum... Ama bu sosyal medya o kadar anında düşünceleri kusturuyor ki; blog yazarı olmaktan fazlaca uzaklaştırıyor... Uzaklaştığım başka bir ortam ise "ofis" ortamı... Malumunuz artık şehirli de değilim... Bu haberi Sözcü'de okuyunca, az biraz gülümsedim... Sonrasında iyi ki uzaklaşmışım dedim... gazatevatan.com'dan Çağlar Çoruh derlemiş...


Şirketler çok uluslu oldu ve plazalar kat kat yükselmeye başlayınca doğal olarak iş hayatı da değişime uğradı. Plazalarda konuşulan dilse günlük dilden uzaklaşıyor. İşte plazalarda konuşulanlar...

Assign Etmek: Görevlendirmek, İşleri Dağıtmak...
Cümle içinde kullan: Önümüzdeki senenin tüm projelerini ajanslara 'assign ettik'

Brieflemek: Projeyle ilgili yazılı olarak bilgilendirme yapmak
Cümle içinde kullan: Haftaya Çarşamba günü sizi ofisimize çağırıp 'brieflemek' isteriz.

Concern: Endişe, Tereddüt
Cümle içinde kullan: Yolladığınız kreatif materyalle ilgili çok ciddi concernlerim var.

Deadline: Projenin Bitiş Tarihi
Cümle içinde kullan: Arkadaşlar 'deadline'lar bizim için çok önemli, lütfen işleri sıkı tutalım.

Emotional Bond: Duygusal Bağ
Cümle içinde kullan: Bu reklamda tüketiciyle 'emotional bond'umuzu güçlendiriyor olacağız.

Farewell: Veda
Cümle içinde kullan: Barış’ın Farewell’i için Cuma akşamı Chilai’de buluşuyoruz.

Gender: Cinsiyet
Cümle içinde kullan:Konumlandırma yaparken bu kadar ‘’gender’’ odaklı olma konusunda concernlerim var.

Headquarters: Genel Merkez
Cümle içinde kullan: Beril hanım, yarın sizi 13.30'da bizim Headquarters’ta bekliyoruz.

Inline Olmak: Fikirde ve süreçte anlaşmaya varmak
Cümle içinde kullan: Dün zaten sizi briefledik, bu projede inline olduğumuzu düşünüyorum.

Joint Venture: Ortak Teşebbüs
Cümle içinde kullan: Tabii ki yabancı firmalarla da joint-venture olasılıklarını değerlendirelim.

Konsolide Etmek: İşleri toparlamak
Cümle içinde kullan: Muratçım, sen toplantıları notlarını, diğer fikirlerle de konsolide edip bana yollarsın.

Lead Etmek: Liderlik yapmak
Cümle içinde kullan: Sana assign ettiğim projeyi aynı zamanda lead etmeni istiyorum.

Must: Zorunluluk
Cümle içinde kullan: Bu bizim 'Must'larımız arasında yer alıyor, lütfen önem gösterin.

Nice-to-Have: Olsa Güzel Olur
Cümle içinde kullan: Bu bizim için nice-to-have bir proje, deadline'lara çok takılmayalım.

Overall: Genel
Cümle içinde kullan: 'Overall' olarak sunumu beğendim, ama gelişim alanları mevcut.

Rocket Science: Roket Bilimi
Cümle içinde kullan: Bu bir ‘’Rocket Science’’ değil yani, alt tarafı gömlek satıyoruz.

Please Proceed Lütfen: Lütfen ilerleyelim
Cümle içinde kullan: Bu konuda bence çok netiz, please proceed lütfen.

Quarter: Çeyrek
Cümle içinde kullan: İkinci ‘Quarter’da karlılığımız yüzde 13 oranında artmış durumda.

Schedule Etmek: Randevu ayarlamak
Cümle içinde kullan: Haftaya hemen bir gün schedule edelim, üst yönetimle toplanalım.

Timeline: Zamanlamalar
Cümle içinde kullan: Sizden 'timeline'lar konusunda çok acil bilgi bekliyoruz.

Urgent: Acil
Cümle içinde kullan: Bu dosyaları bana “urgent” gönderir misin, timeline’ımıza uyalım lütfen

Verify Etmek: Doğrulamak
Cümle içinde kullan: Bu projeyi verify etmeden sunamayız!

Wouv Effect: Heyecanladırıcı, Etkileyici Sonuç
Cümle içinde kullan: Bu kampanyadaki ‘’Wouv Effect’’i ben yakalayamadım.

X Generation: 70-80 doğumlular
Cümle içinde kullan: Bu markamızla X Generation üzerinde inanılmaz dinamik ve modern bir imajımız var.

Year to Date: Yılbaşından bu güne kadar
Cümle içinde kullan: Bütçemizin Year to Date’de yüzde 72sini harcamışız gözüküyoruz, verify eder misiniz?

Zone: Alan/Bölge
Cümle içinde kullan: Bu zone'da geçtiğimiz quarter'da nasıl bir satış varyansı yakaladık?

Sağlıcakla Kalın,

Perşembe, Şubat 17, 2011

Çançan çanlasın...

Zangoç, zili çalan adam... Zil bronzdan veya başka bir maddeden yapılmış haber vermeye arayan cihaz. Müslümanlıkta müezzin çıkar ezan okur, Hristiyan çana endekslidir.
İmam minareye çıkar ki o minare döne döne çıkar. Elini kulağına götürür ve Ezanını okumaya başlar... dı. Artık merkezi sistem. Merkezdeki imam okuyor tüm civarlara yayın var. Ama o civardaki Camilerdeki İmamlar hala oradalar... Ne yaparlar? bilemiyorum sanıyorum bekçi kadrosundan Camiyi bekliyorlar. Neyse, Hristiyanlıkta ise Papaz efendi çan çalmaz. Bu görev zangoçundur. En ünlüsü ise sanıyorum Notre Dame'ın Zangoçu Quasimodo'dur.

Çarşamba, Aralık 22, 2010

YaPbOz

Bir masaya serdiğim "yap-boz" hayatım.
Masanın etrafında değer verdiklerim.
Su kütlelerini Fethetmek isteyen Hür düşünceli değerlerim,
"Yap-boz"umun bazı parçalarını ceplerine attılar... 
Hey! değer verdiklerim,
Yapmayın! masaya geri koyun o parçaları...
Koymazsanız, tamamlayamam ki bu "yap-boz"mu
Tamamlanmazsa, anlamı kalmaz ki...

Pazar, Aralık 05, 2010

Gencim, Değilim, Gencim, Değilim...



Zaman, baş döndürücü bir hızla gelip geçiyor. Çocukluk hatıralarım sanki beyaz perdede seyrettiğim bir film. Zaman, o kadar hızla geçip giderken, ben hiç değişmediğimi düşünürken, kızıma, oğluma bakıp, kandırma kendini diyorum. Ben hala yaşlanmadığımı düşünürken, geçenlerde gittiğim göz doktoru yakın gözlüğü kullanabilecek bir kıvama geldiğimi yüzüme çarparken, ben hala kızımın arkadaşlarının bana “amca” demesini engelleme çabalarındayım.

Korku değil bu yaşlılığa karşı. Lakin sakallarımdaki beyazlar moralimi bozmuyor da değil hani. Ama korkmuyorum yaşlanmaktan ama bir o kadar da kabullenmiyorum. Bu satırları yeni gözlüklerimle yazarken, yine de genç olduğumu düşünmekten alamıyorum...

Genç, neye göre? Yaşlı neye göre? Yoksa hakikaten korkuyor muyum? Kesinlikle hayır ama o kadar çok yaşacak şey hayal ediyorum ki... Yakın bir tarihte bir yaş daha alacağım. Sevgili eşime, bunu bana hatırlatacak ve kaygılandıracak bir hazırlık içine girmemesi konusunda gerekli uyarıyı yaptım.
Kutlamak istemiyorum. Yanlış mı? Bence değil.

İstemiyorum doğum günü kutlamayı. Pasta kesmeyi, hediye paketi açmayı. İcabet edenleri teker teker öpmeyi. Sonrasında, yalnız başıma kaldığımda, eski günleri düşünmeyi. Zaman, o kadar çok hızla akıp geçiyor ki... Ben ki dün ne yediğimi hatırlamayan adam. Kırk yıl evveline dönüp, o nasıl dı bu nasıldı diye düşünmek istemiyorum. Haksız mıyım? Bence değilim.

Çocukluğumdan, bebekliğimden hatırladığım Bir şey var mı diye şöyle bir düşündüğümde, en fazla 3 yaşımdan bir iki şey hatırlıyorum. Daha sonrasında mutluluklarımı, mutsuzluklarımı, heyecanlarımı, gözyaşlarımı, kahkahalarımı, yitip gidenleri, özlemlerimi, aklımdan çıkmayışlarını. Rüyama çok az girmiş olmalarını ve bunun beni mutsuz ettiğini hatırlıyorum.

Hayat, çok ama çok büyük bir hızla akıp gidiyor. Bu hayat biraz öyle biraz böyle... Ama çok güzel... İnanın ki çok güzel... Düşündüm, taşındım. Şimdiye kadar pişman olduğum çok az şey var. İyi ki olmuşum. İyi ki yaşamışım ve yaşayacağım. İyi ki dünyaya 2 adet paha biçilmez hazine bıraktım.

Yarın sabah yine ben, bana "amca" denmemesi için mücadele ederken, kendimi hala genç hissetmeye devam edeceğim. Ne mutlu gencim diyene veya öyle hissedene...

Sevgiyle kalın.

Cuma, Kasım 26, 2010

DoStLuK?



Etraf kalabalık bir sürü insan,
Kardeşten öte can, arkadaş, dost...
Hava bulutlandı, bir anda kalmadı kimse,
Ne kardeş, ne can ne arkadaş, ne dost...

Bu kadar mı kötüyüz?
Bu kadar mı ayrıyız?
Bu kadar mı yabancıyız?
Hani nerdesin a dost!

Yenilen içilen sofralar boş,
Hatıralar inan ki mazide bir başka hoş,
Sizlersiz hayat çok nahoş,
Dost bildiklerim artık cansız bir post.

Bildiğimizin peşine düştük.
Bu bizim doğrumuzdur dedik.
Kaldık tek başımıza
Umarım sizin de gelmez başınıza...

Kim ki sormadan etmeden yargılar,
Gelip de dost bildiğine sorup soruşturmaz
Gün gelir döner,
Kendi başına gelir.

Sanma ki bu temennidir,
Ne de beddua,
Aklın yolu birdir nasılsa.
Umarım küpe olur bu satırları okuduğunda.

Eski günleri yad ettikçe,
Acır canım, sızlar yüreğim
Keşke geleydin soraydın da
Sonra edeydin surat derim.

Tüm bu dediklerime
Bir de selam eklerim.
Bu sizlerin seçimi ise,
Başımla beraber der, içmeye devam ederim.

Pazartesi, Kasım 08, 2010

"HADİ BE"




Hafif hırıltılarla sesini açmaya çalışıp, bir daha denedi. “Hadi be!” Kesinlikle sesi değişmişti. Ama bunu teyid edecek kimsesi yoktu yanında. Yemyeşil bir hiçliğin ortasında, karşısında lacivert bir umman duruyordu. Sesini duyurabileceği kimse yoktu... Kaç zamandır buradaydı? Bugün günlerden neydi? Hiçbir fikri yoktu doğrusu... Buraya nasıl düştüğünü hatırlıyordu dün gibi... Keşke dün olsaydı...

Büyük heveslerle, koca şehirden küçük bir kasabaya gelmişti. İlk başlarda herşey güzel, herşey yolundaydı. Herkes herkesle dost, herkes birbirine selam veriyordu. Küçük bir dükkanı, yetecek kadar parası vardı... Sigarası, rakısı...

Biran hayatında ne zamandır sigara, rakı olmadığını düşünmeye çalıştı... Ama kaç zamandır buradaydı? Bugün günlerden neydi? Hiçbir fikri yoktu doğrusu...

Tekrardan kasaba geldi aklına... Herkesle iyi, herkesle arkadaştı. Fakat bu pespembe tablo zamanla, konuşmamalara, çekişmelere, çelmeleşmeye dönünce... kısa bir süre mücadele etmeye sonrasında bir faydası olmadığını anladığında kendini çekmeye, çok daha az kişi ile görüşmeye başladı. Bu zamanlarda, çocukluk hayali olan teknesi ile daha fazla vakit geçirmeye başladı. Çok matah Bir şey olmasa da ona yetecek kadar bir tekneydi bu. Bir hayli bakıma ihtiyacı vardı ve zaman bolluğu ona çok güzel bir tekne yaptırıyordu. Dükkanını kimi zaman açmadan, karada yatık duran teknesinin yanında alıyordu soluğu. Kendince yaşam alanları yaratmaya çalışıyordu. 6-7 metrelik bir teknede, kargaşadan, riyadan hatta insanlardan uzak bir hayat hayal edip, rakısından bir yudum alıp, “Hadi be!” diyordu. Hayatı boyunca etrafında hep insanlar olmuştu. İnsansız nasıl yaşanabilirdi ki? O yüzden bu hayaler hep “Hadi be!” diye bitiyordu.

Günler geçtikçe tekne şekillenmeye ve yaşanası bir hal almaya başlamıştı. Kürekleri, ufak yelken direği, yelken bezi, sağlıklı motoru, küçük kamarasında, yatağı, küçücük mutfağı, Başaltında zincir yeri. Kıç altının üç tarafında dolaplar... Fazlaca eşya alabilir nitelikteydi. Son kat boyayı atarken teknesinin bir adı olması gerektiğini düşündü. Hemen küçük fırçasını alıp, “HADİ BE” yazıverdi. Haftaya suya atılacak olan “HADİ BE” onu o kadar heyecanlandırıyordu ki, artık eve bile gitmez olmuştu. Lüzumlu eşyalarını bir-iki seferde evden tekneye taşımıştı. Hatta, hiç de o kadar eşyasının olmaması içini bir hüzün kaplatmıştı. Büyük güne sayılı saatler kala, sabırsız bir çocuk gibi hissediyordu kendini... İçi patlayacak gibi... Günün sonuna doğru, dünyanın en mutlu, en gururlu insanıydı. Teknesinin kaptanıydı... Çekek yerinden, bağlayacağı yere motoru tek seferde çalıştırıp gelirken, kendini koskoca bir geminin kaptanı gibi hissediyordu. Çapasını atıp, kıçtan kara yanaştı limana... İpleri iyice kontol ettikten sonra, karaya adım attı. Bir iki insanı uzaktan bile olsa görmesi gerektiğini düşündü. Sessizce, kasabanın çarşı kısmına girdi. Dükkanına son birkez baktı. Sonrasında diğer dükkanlara ve sahiplerine... Hiçbir şey demeden, evinin olduğu sokağa doğru yöneldi. Yavaş yavaş hava kararıyordu. Fazla uzatmadan tekrar bir üst yoldan limana geri döndü. Yolda hiç kimseye rastlamamış olmasını “şans” diye yorumladı küçük bir fısıldamayla. Limanda en son suya inen tekne olması sebebiyle mi? Yoksa hakikaten güzelliğinden mi bilinmez “HADİ BE” ağırbaşlı bir salınımla küçücük dalgaların tadını çıkartıyordu.

Şimdilerde etrafına bakığında nerede olduğunu bile bilmiyordu. Türkiye'de bir koyda mı? Yoksa Yunanistan adalarının birinde mi? Bulunduğu yerden tek bir tekne geçişi görmemişti. Belki de ıssız adaydı... Bilemiyordu...

Sahile doğru yan yatmuş hafif parçalanmış “HADİ BE” direği kırık ama yine de çok alımlı ama salınımsız sabit dururken, aklına fırtına, yırtılan yelken, deneyimsizliği ve korkusu geldi... Limandan çıkışı sessiz ve bir o kadar şiirseldi... Cep telefonunu pusulanın yanına koymuş olması tamamen tecrübesizlik, hava durumunu takip etmemiş olması ise kocaman ve gerçek bir cehaletti.

Saatler sonra raks eden bulutlar ilk başta çok melankolik ve romantik olsa da sonrasında, çok büyük bir macera ve geri dönülmez bir gidişti...

Dalgalar onunla dalga geçerken, o bu haliyle hiç dalga geçemiyordu. Bir dalga onu göğe çıkartırken, diğeri dibe sürüklüyordu. Bir diğeri sancaktan vurup iskeleye yatırıyor, diğeri iskeleden alıp sancağa yaslıyordu. Bunlarla mücadele ederken, yelkenin çok fettan bir dansöz gibi figürleri onu fazlasıyla korkutmuş, hemen kılıfına sokulması gerekliliği gerçeğini hatırlatmıştı... O salınımlarda, telefonu, pilli radyosu denizin dibini boylarken, topladığı yelkeni taşıyan direği büyük bir çatırtıyla orta yerinden kırılıp, kafasına doğru yol alırken, hatırladığı tek şey kocaman parlak bir ışık ve ahşap gıcırtısıydı...

Anlamsızca bakarken ufka, Hüseyin Amca'nın tarlası geldi aklına, Enginar ekili tarla ne kadar da alışılmışın dışında bir görüntüye sahipti. Hatta kahvedeyken, Hüseyin Amca, o sene domates yerine enginar ekeceğini ilk ona söylemiş ve fikir istemişti. Tarımdan gram anlamamasına rağmen fikir hoşuna gitmiş lakin toprağın uygun olup olmadığını sormuştu. Diğerleri kıskıs gülerken, O ciddi bir şekilde Amcayı dinlemiş ve desteklemişti... Hüseyin Amca, ürünü tarladayken satmış, gayet mutlu mesut, O'nu ne zaman görse, sımsıcak bir gülümseyle başı ile selam verirdi. Denize bakıp bunu hatırladığı için biraz şaşırmış ama müdahale edemediği bir gülümsemeyle olduğu yerden kalkıp, “HADİ BE”nin yanına yöneldi. Son nefesini vermiş bir evcil hayvana bakarken hissedeceğiniz bir iç burkulması ile bakışlarını başka yöne çevirerek, yoğun ağaçlı küçük patikadan yürümeye başladı.

Tahmini, ufacık bir adada olduğu, bir şekilde, birgün etraftan geçen bir gemi tarafından görüleceği ve acı ama gerçek kurtulmak istediği kasabasına tekrar döneceği düşüncesi ile uzunca bir süre yaşadı.

Uzunca bir müddet, etrafında hiçbir canlı görmeden yaşadı... Anlatacak, paylaşacak çok fazla şeyi de olmamasına rağmen, bazı zamanlarda hakikaten yanında bir insan, bir kedi, bir kuş görmek, bir şeyler paylaşmak istiyordu...

Bir gün gölete yıkanmaya, yüzmeye gittiğinde, kendi suretinin aksini suda görüdüğünde, gözlerine inanamadı. Saç ve sakalları uzamış, son derece bakımsız ve salmış hali onu inanılmaz rahatsız etmişti.

Üzerindeki kıyafetler yırtık pırtık ayak tırnakları uzamış, el tırnakları ise akşamları kemirmiş olması sebebiyle uzayamamış ama son derece bakımsız hali için bir çıkış düşündü...

“HADİ BE” iyiden iyiye hurda olma yolundaydı ama hatırladığı kadarı ile bir avadanlıkta, bir takım materyeller olmalıydı... Göletin yanında, yırtık yelkeninin de yardımıyla yaptığı barınağından hızle uzaklaştı. “HADİ BE”nin hali içler acısı ama hala çok şirin ve O'nundu...

Kalıntılardan, bir iki eşya içerisinde, bir kutu, sanki bir altın külçesi edası taşıyan tırnak makası, ayna, makas... diğer tarafta ufacık küçük eşyalarına kavuşmuştu... Bunları kucaklayıp tekrar göletin yanında yeralan barınağına koşar adımlarla, bayramda şeker toplamış çocuk heyecanıyla geri dönmesini sağladı. Akşam ateşinde teker teker itinayla küçük hazinesini ortaya saçtı. Tekrar tekrar, ilk defa görmüşcesine... Sabahın ilk ışıkları kendini gösterdiğinde, tırnaklarını, sakalını ve saçının bir kısmını kesmiş olarak güne merhaba dedi...

O sabah, anladı ki, buradan kurtulması oldukça uzun bir zaman alacaktı ve O, o güne hazır olmalıydı...

Buradaki mevcudiyeti, O'na çok şeyler katacak ama elbet bir gün bu rüya yere veda edecekti...

Çünkü “ıssız ada” hikayeleri çok eskilerde kalmış günümüz teknolojisi ile ıssız diye birşey kalmamıştı...

Mücadeleden vazgeçmedi, bekledi bekledi bekledi... Ama hiçbir zaman bulunamadı... “HADİ BE” çürüdü gitti. O'da bir gün toprak oldu...

Hayatı boyunca, tarihi geçmiş bir Ece ajandasına, garip bir günlük tuttu ve bir gün öldü... Yıllar sonra o günlüğü biri bulup bana anlattı. Bende kendimce yorumlayıp size anlattım. Olay bundan ibaret...

Sağlıcakla kalın

Vosmanius

Cuma, Haziran 04, 2010

Siyahlı Adamlar Her Yerde...

Üç dört şey kafamı kurcalayan... Nazar gerçekten var mı? İyiler hep beyaz mı giyer? Vefa sadece Istanbul'da bir semt adı mı? ve son olarak Ben Dünya'lı mıyım?

Nazar Gerçekten var mı?
Var kardeşim...Ben buna hakikaten inanır oldum son zamanlarda. Nazarın negatif bir enerji olduğunu tecrübeyle sabitlemiş bulunmaktayım. Siz istediğiniz kadar pozitife bağlayın "ommm" deyin.. "kuantum" deyin, kem gözler sizi olduğunuz yerden çıkartıp, rahatsız edebiliyor... Yenilip içilip şen kahkahaların atıldığı ortamlar, mezarlık formatına girebiliyor... Gözü olanın gözü aksın... Hiçbir şey eskisi gibi olamıyor... malesef...

İyiler Hep Beyaz mı Giyer?
Ya da soruyu değiştirelim. Kötüler hep siyah mı giyer? Olabilir gerçekten de... Hatta böyle bir film bile vardı sanki... Etrafımda çok siyah giyen adam görmeye başladım. Esasen çok değiller, hep aynılar ama uzun zamandır çok derinlere gömdüğümü sandığım olumsuz duygularımı şaha kaldırıyorlar... Ellerinde dosyalar, dillerinde laflar, kimi zaman bakışlarla etrafımda dönüp duruyorlar... Ben kavgacı bir adam olmamakla beraber, limitlerimi zorluyorlar... Demek ki neymiş? İyiler beyaz, kötüler siyah giyiyor ve uzatmaları oynuyorlar... Ne diyeyim?

Vefa sadece Istanbul'da bir semt adı mı?
Vefa çok eski bir semt Istanbul'da, hatta bozacısı meşhur... Ama vefa, dostluk, arkadaşlık, sırdaşlık bunlar birbirinden farklı da gözükse, en boza kadar faydalı ve en az boza kadar unutulmaması gereken unsur bir insanın hayatında... Şimdi bunları yazarken, tüylerim diken diken... İsyanım unutulan değerlere, iyiliklere, sözlere... Sıkıldım, haykırasım, bir kısmına zarar veresim var... Değer mi? kesinlikle hayır... Ama engel olamıyorum... sinirleniyor, kinleniyorum... Sahtelikten, samimiyetsizlikten, olmadığı gibi görünenlerden nefret ediyorum... Ayrıca nefret duygusunu içimde taşımaktan... Ne biçim birşey bu?
Ben Dünya'lı mıyım?Bu gece tüm soruları tersten sordum... Yaşadıklarıma bakarak, karar verdim ki ben dünyalı değilim. Uzaylıyım... Bundan böyle çok olacak farkındayım ama ben, ben olmamak için çok mücadele edeceğim... Kimsenin kötülüğünü istemeyen, yardıma koşan, belki de çok benimseyen bir adam olmaktansa standart, etrafımdaki adamlardan farkı olmayan bir adam olmaya çalışacağım... Ne farkım olacak? koskoca bir hiç... Ama böyle olması gerekiyor sanırım... Ben bu kadarını hakedecek birşey yapmadım sanki diye düşünüyorum... Artık uzaylıyım...
"Hey Dünyalı ben uzaylıyım"...

Nazar, Vefadan çıktı. Siyah giyen adamlar uzaylıların peşinde... işte bu kadar!

Kalın sağlıcakla,

Cuma, Mayıs 14, 2010

Nazlı Bir Kuşun Hikayesi


Dün ve bugün yaşadıklarımdan sonra aklıma tek bir hikaye geldi... Yaşadıklarımı bire bir anlatacak değilim çok uzun sürer... Ama yanlış anlaşılmaktan hoşlanmadığımdan çok detay vermeyeceğim... Ama beni anlatan hikaye budur sevgili Naz... Umarım sende bir gün beni anlayacak ve hak vereceksin...




"Bir kuş soğuk bir kış gününde, yiyecek bulabilmek için kanat çırpıp  duruyormuş. Hava o kadar ayazmış ki minik kuş dayanamayıp karın üstüne
düşmüş. Kuş çaresiz , soğuk karın üstünde ölümü beklerken ordan geçen bir
inek kuşun üstüne sıçmış. Kuş öyle sinirlenmiş ki, kanatları donmamış
olsa ,kalkıp ineği dövecek... Bi de bakmış ki bokun sıcaklığıyla
kanatları çözülmüş,yaşama geri dönmüş. Öyle bir sevinçle ötüyormuş ki,
ordan geçen bri kedi de bunun sesini duymuş ve boku eşeleyip kuşu
çıkarmış. Kuş buna çok sevinmiş, tam kediye teşekkür edecekmiş ki, kedi
onu yemiş...


Demekki neymiş . .


1- Her üstüne sıçanı düşman sanma !"