Çarşamba, Ekim 26, 2005

Güneşe Yürümek...

Toprak yoldan sessizce yürüdü… etrafta bodur bitkiler ordusu. Bir an ne kadar da yemyeşil diye düşündü… kafasını biraz kaldırdığında, önünde bir sürü aşacak tepe olduğunu gördü. Atılası o kadar adım var ki güneşe ulaşabilmek için… O an aklına bugün gazetede gördüğü ve üzüldüğü bir haber geldi. Gencecik bir adam otelinde ölü bulunmuştu. Televizyonlardan iyi kötü hatırlıyordu o adamı… bir dönem popülerdi, kişiliksizdi, her talimatı anadan aldığı için ama böylesi bir sonu haketmemişti… Üzüldüğünü anladı… Sonra ölümü düşündü… Her ölüm vakitsizdi esasen ama ölüm çapayı çocuk veya gence attığında ister istemez sinirleniyordu… Sonra aklına gazetenin tümü geldi… İlk sayfa, üçüncü sayfa hep sansasyonla dolu değilmiydi? Sonra aklına genç manken geldi… Bu kızcağızın mahrem ve bir o kadar edepsiz görüntüleri internette yayınlanmış sonrasında tecavüze uğradığı ortaya çıkmış, genç kız bunu öncelikle yalanlamış sonrasında eski sevgilisini şikayet etmişti…

Nasıl bir dünyada yaşıyoruz diye düşündü güneşe yürüyen adam… Bugün yine bir gazetede, extasy adlı bir uyuşturucu hapın sadece beş Yeni Türk Lirasına satıldığını dehşetle okumuş, en fazla İzmir’de ve özellikle ilköğretim kurumlarında satıldığı ayrıntısına akıl,sır erdirememişti… Hakikaten de nasıl bir dünyaydı bu? Sonrasında, musevi bir iş adamının Türkiye’deki tüm özelleştirmelere katılıp, bir şekilde ortak olduğu aklına geldi… Neydi tüm bunlar? Dünyanın sona yaklaştığı sinyalleri mi? Peki bir terör örgütü liderinin kaldığı ceza evinde, cep telefonu dahil tüm teknolojik donanımının olması şaşırtıcı olmaktan öte tüyleri diken diken eden bir iddia değil miydi? Acaba aslı astarı varmıydı tüm bunların?

Yol gittikçe daraldığında, birkaç tepe kaldığını gördü önünde… uzaktan ama bayağı uzaktan deniz gözüküyordu… yüksekçe bir yere konuşlanıp, güneşin batışını izlemekti niyeti tüm bu düşündüklerinin yanısıra… fakat tepelerin ardından batmaya başlayan güneşi gördüğünden, yetişemeyeceğini anladı ama olsun’du… İllaki biraz renginden biraz hayal gücünden faydalanarak kendi de defalarca güneşi batırabilecek güçte bir potansiyele sahipti… İnsan hayal ederek bir sürü şeyi başarmamıştıydı? Öncelikle hayal sonra icraat dedi yüksek sesle… manzara inanılmaz dı… İşte olması gereken buydu dedi yine yüksek sesle… Sonra bir gün yazdıklarını kitap halinde basmak hayali belirdi belleğinde… Güzel bir hayaldi… Ama onun önüncesinde kısa film yapmak istediği geldi aklına… Eeee? Hangisini ne zaman yağabilecekti? Bu sarı ve turuncu dikenler bu sorunun cevabını bilebilir miydi yoksa adları veya cinsleri gibi bunlar ilgi ve alakayı kuramayan biraz vahşi otlar mıydı?

Yaz neredeyse bitti… bu günlerde sonbaharı kalşılama isteğindeki adam : “neyse” dedi. Sonra aklına apansızın plajda bir kalbe benzeyen taş geldi. Yontma olamayacak kadar başarılı bir kalbe benzeyen çakıl geldi aklına, nerede gördüğünü hatırlamakla, Şükürler olsun dedi Tanrıya… İyiki bakıp görebilenlerden, dokunmadan hissedebilen kişilerden biriydi ama bu kendini övmek üzerine bir çalışma değildi… Bu tepeye bir daha kat daha kazandırabilmekti. Esasen en çok sevdiği dokunarak hissedebilmekti… Ama hakkını verdiği için yine şükretti… Bir an durdu… “Hissediyorum, hissettirebiliyorum… Ağlayabilip, gülebiliyorum… Seviyorum ve en önemlisi seviliyorum… Ben dünyanın en zengin insanıyım…” dedi ve RedKit’in güneşe doğru yürüyüp ufukta kaybolduğu gibi gitti…


Sağlıcakla,


Vosm@nius…

Salı, Ekim 18, 2005


kasapevi
Posted by Picasa

Pazartesi, Ekim 17, 2005

TEYZE


photo: E.Pir

Selam,
Siteyi ihmal ettiğimi düşünmeyin sakın... Yazıp, biriktirdiğim yazıları vakit buldukça sizlerle paylaşmaya çalışıyorum... Bu aralar yeni birşeyler yazamamak gibi bir dönemdeyim o yüzden, daha evvel yazdığım birkaç satırı paylaşmak istiyorum... İki hikayeye başladım... her ikisinin de çok başlarındayım... Ama ilginç olacağını umuyorum... Bu arada geçen yazıda (hemen alttaki) bir bir tahminde bulunmuştum... Tahminimde yanıldım... Dostlarımın biricik bebişleri ERKEK... Zaten "comments" ları takip eden varsa öğrenmiştir. Allah analı babalı büyütsün hayırlı evlat olsun... Babası ile isim konusunda uzlaşırsak :-P buradan açıklayacağım :-D
Şimdi şu gerçek hayatı bir okuyun bakalım...


Yazı yazmak, geriye bir şeyler bırakmak güzel şey doğrusu… çünkü çok saygı duyduğum bir büyüğüm dediği gibi söz uçar yazı kalır… Bugün doksanlarını yaşayan bir hanımefendi ile tanıştım. Kendisini gıyaben tanıyordum. Ama bugün bizzat tanışmış olmanın gururunu taşıyorum. Bu hanımefendinin inanılmaz bir yaşam öyküsü var… gıpta ile dinlenen ve tüyleri diken diken eden bir yaşam öyküsü doğrusu…
Yıllar önce –neredeyse bir asır önce- çocuk denecek yaşta bir ailenin yanına besleme-evlatlık olarak veriliyor. Koskoca bir malikanenin ve yaşananların tek tanığı o şu anda… yıllarca gıkını dahi çıkartmadan hizmet ediyor… Şu an bile daha dünmüş gibi ziyafet hazırlıklarını, gelen gidenin ismini, özelliklerini ve önemsiz detayları hatırlıyor. Küçücükken bir ailenin hizmetine sunuluyor. Şikayetçi değil. Hayata geliş amacı buymuş gibi anlatıyor doğrusu… ama bazı yerlerde sesi titriyor ve göz yaşları gözlerine sığmıyor. İki büklüm teyzenin merdivenleri bir çocuk gibi çıkışını sanıyorum ki yıllar boyunca hafızamdan silemeyeceğim. Resmen ellerle kollarla iki büklüm bir şekilde çıkışı zihnime kazındı… sonrasında anlattığı şeyler bana çok şey kattı. Yorumları inanılmazdı… her şeye mantıklı bir açıklaması vardı doğrusu… ve inanın çok mantıklı açıklamalar dı bunlar…
“Felanca Bey gelmişti bir gün hanımıyla… sofrayı kurdum… kuş sütü eksikti… çok memnun ayrıldılar… felanca Beyîn garısı hoppa birşeydi artiz olmak istiyordu ama beyi izin vernemiş ve zaten gereğini yapıp onu boşamıştı” gibi detayları anlatıyordu…
Ben ise yaşadığı acıları paylaşmak istiyordum… anlamış olacak ki bir ara “Ben şurada uyupdururdum Beyle Hanım ise yataklarında” dedi… gösterdiği yer, sadece “yer” idi… sorduğum sorulara bazen duyamayıp, “ne diyo gari buuu?” tarzında yardım istemeleri beni kahkahaya boğdu hakikaten… kollarından biri eksikti ve sol elini öpüp öpüp başıma koyuyordum… İnanılmaz bir hazine ile başbaşa olmanın gururunu yaşıyordum…
Gerçekten de çok mutlu bir hayatı olmamıştı… Evlatlık geldiği evde, yıllarca layiki ile hizmet ettiği halde hiç hakketmediği bir dizi harekete maruz kalmış, kendi deyimi ile cehaletinin esiri olmuştu. Bir kolu kangren olmuş ve tıbbi bir müdahale ile vücudundan ayrılmıştı… yıllarca ama yıllarca tek başına kalmış ve şu an yüzyıllık bir dede ile, bir tarafı yıkık diğer tarafı yıkılmaya yüz tutmuş bir evde yaşamaya mahkum olmuştu. “Kimim kimsem yok… Besleme geldim, besleme gidiyorum… Aha bak dedenin torunları bana bakıyorlar… Ama dede hasta bende yarımım” diyor… “Bey incir rakısı içerdi. Rodostan gelirdi özel olarak… Zati bu yüzden öldü gitti. Hanımın şekeri vardı kedi tırmaladı parmağını, o da ondan gitti beyden evvel” Kendince her olana bir yorumu vardı… O’nu ne kadar sevdiğimi, kollarıma alarak göstermek istedim bir an… lakin o kadar kırılgan ve naif duruyordu ki cesaret edemedim… sadece “kurban olurum sana” cümlesi çıkıverdi ağzımdan… Ona, anılarında yaşattığı her yeri gösterdim. Restore edilmiş konağın her delhizini gördüğünde, “maşallah… nazar boncuğu koyun buraya… Ayyy aklım çıkacak gaaari” yorumlar döküldü ağzından…Tanrı sana ve Dedeye uzun ömürler versin...

Sağlıcakla,

Vosmanius
20.08.05

Cumartesi, Ekim 01, 2005

-konusuz-

Küçük küçük notlarımı paylaşacağım bu sefer sizlerle... Çünkü aklımda bir sürü yazacak konu var... Hatta artık bilgisayar hızıma yetişemez oldu... Defterim kalemim var... Dolayısı ile hem deftere yazıp, sonra bilgisayara geçmek bünyede hayli üşengeçlik yarattığından, küçük küçük aklımda kalan şeyleri paylaşmak düşüncesindeyim. (Sanıyorum gün geçtikçe Datça'lı olmaya başladım.) :-)

* Plaka değişiyor... kışın 35 yazın 48 olma yolunda büyük adımlar atılmaya başlandı... :-D
* Buralara hala kış gelmedi :-)
* Tiramisu Teyzem daha güzel bir iş buldu... Ve ben buna çok sevindim... :-D
* Yeğenim... +10 cm. ilk defa burada cinsiyeti açıklanacak... Ama ben şimdiden bahsi açıyorum... kız ve hııırrrk demiş babasının burnundan düşmüş gibime geliyor... :-D
* Kızım bale kursundan firar etti. Üzüldüm ama başka bir sanata yönlendirmek için kafayı çalıştırmaya başladım... :-/
* Yaşar ve Müberra Datça'yı bana emanet ettiler... 1-2 hafta daha benden soruluyor buralar... :-D
* 3 Ekim'de güneş tutulacakmış... Vay anam vayyy... Allah korusun son tutulduğunda, başımıza neler geldiğini hatırlatmak istemem ama tedirgin oluyo insan işte... :-O

Daha birçok mevzu var ama defterim yanımda değil... Daha görüşmek dileğiyle...

Kalın sağlıcakla...

Vosm@nius