Pazar, Haziran 18, 2006

PaLyAçO


Etrafı ışıklarla bezeli aynanın karşısında, boş boş kendine bakıyordu. Bir eliyle biraz uzamış sakallarını ovuşturdu. Gözleri çok yorgun bakıyordu. Aslında kendisini hiç iyi hissetmiyordu. Gözlerini görseniz gökyüzünde hızlı hızlı akan bulutlar gibi giden bir sürü acı, tatlı hikaye görürdünüz sizde. Yüzündeki buruşukluklar, hayattan aldığı bıçak darbeleriydi sanki. Sigarasından derin bir nefes çekti. Hemen küllüğün yanında yeralan bardağına eli uzandı. Boştu. Simon’a seslenecek oldu ama boğazı düğümlendi.

Simon hayattan göçeli yıllar olmuştu. Hayattaki tek dostu. Gözleri nemlendi.
Simon’u ilk tanıdığı güne gitti. Simon, kalabalık bir ailenin dördüncü çocuğuydu. Sevgi dolu bir aile oldukları söylenemezdi. Hele ki cüce olan Simon, buna en ihtiyaç duyan kişiydi belkide… Oturdukları mahallede Simon hep alay konusu olmuş, hiçbir oyuna dahil edilmemişti.


Yürüyüşü ile dalga geçilmiş, hep parmakla gösterilmişti. Ta ki bir gün Stefan ile tanışana kadar belki de hiç yüzü gülmemişti zavallının. Stefan ona normal bir insanmış gibi davrandığından belki de. Simon’un kanı kaynamıştı bu gizemli yabancıya. Dostlukları öyle başladı. Hep beraber seyahat ettiler, çalıştılar. Simon esasen Stefan’ın sağ kolu hep… Sırdaşı da aynı zamanda, boşalan kadehlerini dolduran saki bazen de.

Stefan, tüm bunları düşünürken, traşını olmuş, hatta bardağını tekrar doldurup tekrar boşaltmıştı. Son rötuşları da atıp, dikkatli gözlerle aynada tekrar kendine baktı. Keşke hep böyle kalabilseydi… böyle çok bakımlı ve bir o kadar da komik duruyordu. Hatta komikliğinin yanında çok sevilen bir şahsiyet…

Gözyaşlarını içine akıtıp, bardakta kalan son yudumu çekti. Kapıdan çıkarken çok daha enerjikti…Bir yıldızdı Stefan, o acısıyla tatlısıyla yaşadığı hayatta herkesi güldürmeyi, eğlendirmeyi becerebilmiş, ama gerçekte, gözleri hep nemli, yalnız ama yalnızlığa bir türlü alışamamış bir sirk palyaçosuydu…
Sahneye çıktığında, projektör ona yöneldiğinde, her çocuktan daha çocuk olan, kocaman bir palyaçoydu…




Bu hepimizin hikayesi belkide... bu yazıya uygun olarak ağlayan bir palyaço resmi ararken, aslında bu temanın çok kullanılmış olduğunun farkına vardım. Ama buraya taşımasam olmazdı. Bunları yazmak ve paylaşmak, ders çıkartacakların çıkartmasını sağlamak hatta bu satırları okuyup, vicdan muhakemesi yapabilecekler olmalıydı. Üzgün palyaço fikri, dışarıya neşeli, umursamaz görünüp, iç dünyasında kasırgalar yaşayanların, her derdini içine atıp, kimseyle paylaşamayanların, yalnızların, yalnız hissedenlerin hikayesidir... Yani aslında hepimizin hikayesi...

Bugün aynı zamanda babalar günü... Tüm babaların babalar günü kutlu olsun...

Kalın Sağlıcakla

Vosmanius

Pazar, Haziran 11, 2006


İnsan asansör gibi, inişler çıkışlar... kat arasında kalmalar... Psikoloji çok ilgilendiğim bir konu olmasa da ister istemez içinde buluyorum kimi zaman kendimi. Yazılarımı takip edenler veya beni tanıyanlar bilirler. Hayatım gözlem üzerine kuruludur. Yapı itibari ile pozitif olarak adlandırılan tiplerdenim. Çok karamsarlığa düşmem. Genelde sakin yapılı ama sinirlendim mi tam sinirlenen bir tipim. Sevgi doluyum. Sevginin paylaştıkça arttığını düşünenlerdenim. Tam hizmet sektörü adamıyım. Benim önceliklerim hep geri plandadır. Ama baktığınızda az da egoist değilimdir hani. Nasıl bir paradoks demeyin öyle işte... İş zamanı kendimi kendimi düşünmüyorum işte... ama öz hayatımda inanılmaz benmerkezim... bunu da itiraf edebilecek kadar alçakgönüllüyüm :-)
Şaka bir yana hayatımda radikal kararlar almaya başladığım sıralarda, sonunu çok da fazla düşünmeden aldım. Pişman mıyım? kimi zaman... ama genelinde verdiğim kararların hala arkasındayım... Son birkaç senedir radikal kararlar alma üzerine neredeyse tez yazacak duruma geldim. Bunların bir kısmı hakikaten doğru kararlardı. Kimisi için doğru diyemem... Ama bu bir gerçek ki yaş kaç olursa olsun insan sürekli öğreniyor, öğrenecek ve en önemlisi öğrenmeli... hayatında hiç bal yememiş bir insanın balın tadı hakkında yorum yapması kadar yanlış birşey olabilir mi?
Yine Onur arkadaşım tarafından çekilmiş bir resmin yanına yazı yazarken, böyle bir güzellik olabilir mi? diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Böyle bir cennette strese, kavgaya gürültüye yer yok ve olmamalı. Hayatı dibine kadar yaşayıp, gün gelip göçtüğünde de ardından, güzel sözlerin sarfedilmesini sağlayabilmek güzel olur ve hedefimdir...
Bu manzara karşısında gittiği yere kadar içebilmeli, keyif alabilmeli ve sadece manzara olarak görmemelisiniz... Bugün Onur bana bu resimleri teslim ettiğinde, ona da izah ettiğim gibi bazı resimler vardır ki sana bir hikaye anlatır ve sen sen bu kurguya göre yazıverirsin hikayeyi...
Bana buralar çok hikayeler anlatıyor... hepsini yazamıyorum, yazamam çünkü ayırt edemezsiniz başroldeki ben miyim yoksa bir başkası mı? yeterince dertli başıma dert almak istemememden, bir kısmını kendime saklıyorum. Belki yaşlılığımda yayına sokarım diye...
Evli bir adam için aşk hikayesi yazmak tehlikelidir. Çünkü ne kadar hayalperest olduğun bilinirse bilinsin. Sana mal edilir. Ama bilmezler ki ben herkesin hayatı benden gözlemlenip, akar ya dile gelir ya da klavyeden dökülür :-)
Bu akşamlık bu kadar yeter. Vay be özlemişim yazı yazmayı... söz valla bundan sonra daha sık yazacağım... Zaten yazma dönemine girmiş olduğumu hissediyorum...

Kalın sağlıcakla,

Vosm@nius


Speyşıl tenks : Photo by Onur Bayülken 2006

Manzara ve Düşündürdükleri


Rüzgar tatlı tatlı eserken, şöyle bir tepeden bakmak kadar keyif verici bir şey olamaz herhalde… Bu gibi bir manzara karşısında, kendinizle başbaşa kalır, hayatınızı, yaşadıklarınızı gözden geçirirsiniz…

Yalanlar gelir birden aklınıza, hani bir şarkı vardı “Yılandan korkmam yalandan korktuğum kadar” o kısım takılır dilinize… yalanlar çeşit çeşittir. Beyazı, mavisi, pembesi… belkide bazen gerçekler gizlenmiştir sizden… buda bir çeşit yalandır ve esasen en kötülerinden biridir. Sizden gizlenen gerçekler aslında sizin sırtınıza saplanan çok keskin bıçaklardır… Hele ki güvenilir hiç beklenmedik yerden saplanan bıçaklarsa bunlar, yaraları normalinden daha keskin, daha kapanmaz ve daha acı vericidir.

Sigaradan bir fırt daha alınıp, gözler ufuğa kilitlendiğinde, eskiler gelir aklınıza, orada kıpırdayan her yaprak aslında sizin mazinizden bir parçadır. Tabi bir tek bu manzara değil, markette alışveriş yaparken de bazı şeyler birçok şey anımsatabilir size… Sakın korkmayın ağlamaktan, cips, sabun, yoğurt görüp ağlamak insanlığınızdan bir şey götürmez… Aksine hisseden, yaşayan bir yaratık olduğunuzu ispatlar…

Ne mutlu ki birçok şey bana önceden kendini hissettiriyor. Ne mutlu ki insanım ve ne mutlu ki gayet duru yalansız, dolansız bir hayatım var… Darısı tüm insanlığın başına…

Hayatım boyunca öğrenmeye devam edeceğimi esasen çok genç yaşlarda keşfetmiştim. Yine haklı çıktım… Tanrının her günü bir şey öğreniyorsun… Bu da çok güzel bir şey aslında…

Şu manzara resminin yazdıklarına bakar mısınız? Fotoğrafı çeken Onur arkadaşıma teşekkür ediyorum… Bunlardan daha bi sürü var… bu da demek ki daha çook hikaye var…

Kalın sağlıcakla,

Vosm@nius


Photo : Onur Bayülken 2006