Salı, Ocak 23, 2007

Güneşe Yürümek


Toprak yoldan sessizce yürüdü… etrafta bodur bitkiler ordusu. Bir an ne kadar da yemyeşil diye düşündü… kafasını biraz kaldırdığında, önünde bir sürü aşacak tepe olduğunu gördü. Atılası o kadar adım var ki güneşe ulaşabilmek için… O an aklına bugün gazetede gördüğü ve üzüldüğü bir haber geldi. Gencecik bir adam otelinde ölü bulunmuştu. Televizyonlardan iyi kötü hatırlıyordu o adamı… bir dönem popülerdi, kişiliksizdi, her talimatı anadan aldığı için ama böylesi bir sonu haketmemişti… Üzüldüğünü anladı… Sonra ölümü düşündü… Her ölüm vakitsizdi esasen ama ölüm çapayı çocuk veya gence attığında ister istemez sinirleniyordu… Sonra aklına gazetenin tümü geldi… İlk sayfa, üçüncü sayfa hep sansasyonla dolu değilmiydi? Sonra aklına genç manken geldi… Bu kızcağızın mahrem ve bir o kadar edepsiz görüntüleri internette yayınlanmış sonrasında tecavüze uğradığı ortaya çıkmış, genç kız bunu öncelikle yalanlamış sonrasında eski sevgilisini şikayet etmişti…

Nasıl bir dünyada yaşıyoruz diye düşündü güneşe yürüyen adam… Bugün yine bir gazetede, extasy adlı bir uyuşturucu hapın sadece beş Yeni Türk Lirasına satıldığını dehşetle okumuş, en fazla İzmir’de ve özellikle ilköğretim kurumlarında satıldığı ayrıntısına akıl,sır erdirememişti… Hakikaten de nasıl bir dünyaydı bu? Sonrasında, musevi bir iş adamının Türkiye’deki tüm özelleştirmelere katılıp, bir şekilde ortak olduğu aklına geldi… Neydi tüm bunlar? Dünyanın sona yaklaştığı sinyalleri mi? Peki bir terör örgütü liderinin kaldığı ceza evinde, cep telefonu dahil tüm teknolojik donanımının olması şaşırtıcı olmaktan öte tüyleri diken diken eden bir iddia değil miydi? Acaba aslı astarı varmıydı tüm bunların?

Yol gittikçe daraldığında, birkaç tepe kaldığını gördü önünde… uzaktan ama bayağı uzaktan deniz gözüküyordu… yüksekçe bir yere konuşlanıp, güneşin batışını izlemekti niyeti tüm bu düşündüklerinin yanısıra… fakat tepelerin ardından batmaya başlayan güneşi gördüğünden, yetişemeyeceğini anladı ama olsun’du… İllaki biraz renginden biraz hayal gücünden faydalanarak kendi de defalarca güneşi batırabilecek güçte bir potansiyele sahipti… İnsan hayal ederek bir sürü şeyi başarmamıştıydı? Öncelikle hayal sonra icraat dedi yüksek sesle… manzara inanılmaz dı… İşte olması gereken buydu dedi yine yüksek sesle… Sonra bir gün yazdıklarını kitap halinde basmak hayali belirdi belleğinde… Güzel bir hayaldi… Ama onun önüncesinde kısa film yapmak istediği geldi aklına… Eeee? Hangisini ne zaman yağabilecekti? Bu sarı ve turuncu dikenler bu sorunun cevabını bilebilir miydi yoksa adları veya cinsleri gibi bunlar ilgi ve alakayı kuramayan biraz vahşi otlar mıydı?

Yaz neredeyse bitti… bu günlerde sonbaharı kalşılama isteğindeki adam : “neyse” dedi. Sonra aklına apansızın plajda bir kalbe benzeyen taş geldi. Yontma olamayacak kadar başarılı bir kalbe benzeyen çakıl geldi aklına, nerede gördüğünü hatırlamakla, Şükürler olsun dedi Tanrıya… İyiki bakıp görebilenlerden, dokunmadan hissedebilen kişilerden biriydi ama bu kendini övmek üzerine bir çalışma değildi… Bu tepeye bir daha kat daha kazandırabilmekti. Esasen en çok sevdiği dokunarak hissedebilmekti… Ama hakkını verdiği için yine şükretti… Bir an durdu… “Hissediyorum, hissettirebiliyorum… Ağlayabilip, gülebiliyorum… Seviyorum ve en önemlisi seviliyorum… Ben dünyanın en zengin insanıyım…” dedi ve RedKit’in güneşe doğru yürüyüp ufukta kaybolduğu gibi gitti…


Sağlıcakla,


Vosm@nius
29.09.2005

Hiç yorum yok: