Cumartesi, Temmuz 05, 2008

Hikaye bu ya...


Bugün Eski Datça'nın içinde gizlice elele tutuşan bir çift gördüm. Gizlice tutuşuyorlardı hissettim. Onlar aşklarını fütursuzca yaşayamamanın ezikliğini omuzlarında hissediyorlardı. Belki abi evliydi, belki yaşı biraz fazlaydı. Kız belki gençti. Bilemiyorum bilmek istemiyorum.

Yıllar önce bir genç adam çok uzaklarda bir kız tanımıştı Avrupa'nın Paris şehrinde. Orada aşklarını doyasıya yaşıyorlar, sokaklarda öpüşüyorlardı. Birbirleri ile gayet güzel anlaşırken, evlenmeye karar verip, delikanlının memleketine taşınma kararı alıyorlardı. Fakat genç kızın hayatının dönüm noktası bu şehre gelmekle başlıyordu. Kocası ile elele dolaşamıyor, Galata Köprüsünde öpüşemiyor, sarılıp yürüyemiyorlardı. Aşk acaba şehirlere göre değişken birşey mi diye düşünüyordu genç kız... Birden ortaçağda yaşadığını düşünmeye başladı. Anasının evinde görüp kullandığı elektrikli süpürge makinesi bile burada hayaldi. O dönemin televizyonu gibi aşk bile siyah-beyazdı... Yürümedi ve ayrı ayrı yollara devam ettiler... Oysa ki Paris'te bu iki genç bir lokantaya boş mideyle girip, dünyanın siparişini verip, hiçbir şey yiyemeden koşarak ve kahkahalarla evlerine gidiyorlardı.

Aşk tüketilmez yaşanır. Aşkınızı çevre baskısını düşünerek yok etmeyin. Bu o kadar kıymetli bir duygu ki, paha biçilemez... Kulak verin sözlerime... Bu kadar konuşuyorsak var bir bildiğimiz...

Aşkla ve Sağlıcakla kalın,

Vosmanius

Hiç yorum yok: