Salı, Ağustos 26, 2008

K Ü B A


Bu akşam Küba'da olmak istedim birden...
Hayatta hiç görmediğim, ama görmek istediğim Küba'da.
Ne Fidel'i tanırım ne Che'yi tanıdım.
Ama tüm bunlara rağmen sevdim ve göresim geldi.
Orada bi sürü iş yürüten bir dostum olası geldi.
Sadece beni ben olarak sevsin istedim.
Sevgilim olsun istedim bi tane...
Beni sorgusuz sualsiz istesin sevsin istedim.
Kalbinde nefrete yer vermesin, samba yapabilsin güzel sevişsin istedim...
Ben çok şey istedim.
Çoğu oldu gerçi ama sonu yok.
Ben bu akşam Küba'da olmak istedim.
Ben bu akşam çok şey istedim...
Gelen, gören ama nefret etmeyen birini istedim...
Ben Küba'da Latince şarkı dinlemek istedim...
Kalın sağlıcakla
Vosmanius

Cuma, Ağustos 01, 2008

Çiçek Tarlaları


Çiçek, bitki sevenlerdenim. Fakat Ayçiçeğinin yeri başkadır bende. Gördüğümde bende ayrı bir mutluluk yaratan, ender çiçeklerdendir. Ayçiçeği, Günebakan olarak da adlandırılır. Güneşi takip eder durur. Bu yaz boyu iki metrenin çok üzerinde bir tane gördüğümde şaşkınlığımı gizleyemedim. Hatta resmini almayı bile düşünemedim. Ayçiçeği pozitif bir çiçektir. En azından benim için öyle. Sarı petalleri ve yeşil yaprakları ile inanılmaz bir uyum abidesidir. Çoklukları daha büyük bir mutluluktur benim için.

Photo : denizgunes.blogcu.com

Toplu halde gördüğümde mutluluk veren bir diğer çiçek, gelinciktir. Baharın müjdecisi gelincik tarlaları... Kıpkırmızı ama büyüleyici... Papatya ile arkadaş... Uçsuz bucaksız bir vadide, bir tarlada gördüğünüzde, hakiki bir görsel şölen değil midir? Şöyle bir durup, o tarlada koşasınız gelmez mi? Papatya tarlalarını saymıyorum bile... O bambaşka bir coşkudur. Minik papatya haricinde bizim buralarda, yenilebilir ve neredeyse insan boyu Dallampa adı verilen papatyaları görseniz, onları kucaklamak istersiniz...

Çiçek güzel şey...

Kalın Sağlıcakla,

Vosmanius

Salı, Temmuz 22, 2008

Aynadaki Kadın

Ressam : Gülgün Tüzün "Aynadaki Kadın"

Sabah vakti aynanın karşısındaydı. Endamına baktı. Renk uyumuna biraz. Gözlerin etrafındaki çizgilere... Şöyle bir savurdu saçlarını... Eskiyi hatırladı. Hala da mihrap yerinde diye düşündü. Mahalledeki delikanlıların onu gördüğündeki heyecanlarını anımsadı... Aynadaki Kadın saçlarını savururken, eski aşklarını anımsadı ve acı acı gülümsedi. Oktay geldi aklına. Ne kadar çok sevmiştiler birbirlerini... Fakat onca sene flörte rağmen Aynadaki Kadın ani bir kararla, Konsoloslukta çalışan bir yabancı ile dünya evine girmişti. Oktay çok mücadele etmiş ama vazgeçirememişti. İlginç bir hikayeydi.

Aynadaki Kadın, Konsoloslukta çalışan adamla evlenip, onun memleketine gitmiş, fakat büyük aşkını hiç mi unutamamıştı. Arada büyük aşkı ile konuşup karşılıklı acılar çekmişlerdi. Yıllar sonra Aynadaki Kadın yabancı eşinden ayrılıp, yine aynı mahalleye taşındığında, Oktay'da yuvasını kurmuş aynı mahallede yaşıyordu. Zor bir durumdu. Yıllar sonra yine karşı karşıya gelmişler ama birşey konuşamadan zıt yönlere gitmişlerdi.

Aynadaki kadın ayna karşısında, üzerini başını toparlayıp, saçtığı hatıralarını tekrardan bilincinin altına yerleştirip, evden çıktı. mahallede yürürken, gençliğinin geçtiği yerlere şöyle bir göz ucuyla bakıp, yıllar önce sebebini bilemediği bir sebeple ortada bıraktığı Oktay'ın da yer aldığı mezarlığa yöneldi. Her sene geldiği gibi yine huzura geldi. Belki günah çıkartmaya, belki de özür dilemeye... Bu saatten sonra çok bişi değiştirmesede gelişi, geliyordu işte... Keşke'lerle hayat geçmez en azından bunu öğrendi Aynadaki Kadın.

Kalın Sağlıcakla,

Vosmanius


Cuma, Temmuz 11, 2008

Yalnızlık

Photo : mefeka34.files.wordpress.com/2008/02/yagmurlu.jpg

Loş bir balıkçı meyhanesi etrafta balık ağları, ağların üzerinde envai çeşit kuru balık, deniz kabukları, can kurtaran simitleri… duvarlarda küçük dörtlükler… rakı üzerine, dostluk üzerine, içme kuralları üzerine…karşı duvarda bir şömine…karşı masada yalnız bir adam tanımam etmem… açlığı bastırmak üzere oradayım… mezelenirken yağan yağmurdan dışarıya bakmaya çalıştım. Gözgözü görmüyor… kafamı karşı masaya çevirdim. Adam belli ki epeydir burada, masada oldukça fazla küçük tabak ve izmarit var. Gözüm daldı bir an karşı masadaki adamla tanıştığımızı ve en ince ayrıntısına kadar tanıdığımı düşündüm…

Kalktım dikildim başına… “naber abi?” Diye sordum. İyiyim dercesine omuzlarını oynattı… dertli herhalde dedim içimden buyur etti masasına… çektim sandalyeyi oturdum… “n’ooldu abi bir derdin mi var?” Diye sordum... “Hiiiiç” dedi “kış geldi böyle oldu… kış geldi herkes gitti.” Anladım ki adam kendini çok yalnız hissetti. Duvarlara baktı, kendi kendiyle konuştu… ateşi seyretti. Ağladı bazen… bazen güldü… ama kendini çok yalnız hissetti. Anlattığına göre Göçmen kuşlar başının üzerinde giderlerken el sallamış. Ekmek atmış ilerilere belki göçmen kuşlardan acıkan vardır da gelir yalnızlığını paylaşır diye. Ama onların yolu uzun bir de H5N1 virüsü başlarında… durmamışlar. Göz ucuyla bakıp kanat çırpmaya devam etmişler. Adam ısrarla mutlu olmalısın mutlu olmalısın diye tekrarlamış kendine… “Bak” dedim “bahar geliyor buralara, bademlere kar yağdı sanma onlar çiçek… nergis çiçeğini bir tek çingenenin tezgahında yetişir sanırdın bak… dağ taş nergis, papatya, anemon dolu… bunların sana yaşama sevincinin yanısıra umut aşılamalı… Hayata aşık değil misin? Hayatın kıvır kıvır saçlarına tutunmuş değil misin? Hayat ki tosbağa hızıyla ilerleyen mutlu umutlu olduğunda bir küheylana dönüşmüyor mu? Bahar geliyor buralara her taraf uyanıyor. Şimdi hoplamak zıplamak zamanı. Kan değişik akar damarlarda, sana ait kadınları düşün hepsi sevmiyor mu seni? Peki ya sen onları?” Adam başını onaylarcasına salladı. Sigarasından bir nefes çekip gözlerini kısarak rakısından bir yudum aldı. Tekrar açtı gözlerini ve gözlerime dikerek hafifçe gülümsedi. Daha doğrusu ağzının sağ tarafı oynadı. Gülen gözlerle bakmaya devam ettim adama. Sonra bir şimşek çaktı… sıçradım yerimden, yağmur bardaktan boşanırcasına yağmaya devam ediyor…kafamı çevirdim karşı masadaki adam çoktan gitmiş. Garson gözünü bana dikmiş, hesabı ne zaman isteyeceğimi sorar gibi bakıyor. Amma çabuk geçiyor vakit hayal kurarken… kolumu kaldırıp, hesabı istedim… insan yalnızken ne garip eğlenceler buluyor diye geçirdim içimden… gülümsedim garsona… adam mı? Hiç tanışamadık ki? :-) (01.02.2006)
Kalın Sağlıcakla
Vosmanius

Cumartesi, Temmuz 05, 2008

Hikaye bu ya...


Bugün Eski Datça'nın içinde gizlice elele tutuşan bir çift gördüm. Gizlice tutuşuyorlardı hissettim. Onlar aşklarını fütursuzca yaşayamamanın ezikliğini omuzlarında hissediyorlardı. Belki abi evliydi, belki yaşı biraz fazlaydı. Kız belki gençti. Bilemiyorum bilmek istemiyorum.

Yıllar önce bir genç adam çok uzaklarda bir kız tanımıştı Avrupa'nın Paris şehrinde. Orada aşklarını doyasıya yaşıyorlar, sokaklarda öpüşüyorlardı. Birbirleri ile gayet güzel anlaşırken, evlenmeye karar verip, delikanlının memleketine taşınma kararı alıyorlardı. Fakat genç kızın hayatının dönüm noktası bu şehre gelmekle başlıyordu. Kocası ile elele dolaşamıyor, Galata Köprüsünde öpüşemiyor, sarılıp yürüyemiyorlardı. Aşk acaba şehirlere göre değişken birşey mi diye düşünüyordu genç kız... Birden ortaçağda yaşadığını düşünmeye başladı. Anasının evinde görüp kullandığı elektrikli süpürge makinesi bile burada hayaldi. O dönemin televizyonu gibi aşk bile siyah-beyazdı... Yürümedi ve ayrı ayrı yollara devam ettiler... Oysa ki Paris'te bu iki genç bir lokantaya boş mideyle girip, dünyanın siparişini verip, hiçbir şey yiyemeden koşarak ve kahkahalarla evlerine gidiyorlardı.

Aşk tüketilmez yaşanır. Aşkınızı çevre baskısını düşünerek yok etmeyin. Bu o kadar kıymetli bir duygu ki, paha biçilemez... Kulak verin sözlerime... Bu kadar konuşuyorsak var bir bildiğimiz...

Aşkla ve Sağlıcakla kalın,

Vosmanius

Perşembe, Temmuz 03, 2008

Garip Bir Masal :-)

Yoğun bir günün ardından, soluklanmak üzere gittiği Salacak'taki bir kafede tanışmışlardı. Hemen o gün çok iyi anlaşacaklarını hissetmişti genç adam. Hemen hamle yapmak istememiş, ne telefon ne mail ne blog hiçbir detay vermeden ve almadan el sıkışıp ayrılmışlardı mekandan. Saatlerce ne kadar da çok konuşacak şey bulmuşlardı.
Birkaç gün sonra adam tekrar o kafeye döndüğünde, genç kızın az önce ayrıldığını öğrenip çok üzülmüştü. Bir sonraki buluşmaları birkaç haftayı buldu. çok özlemişlerdi birbirlerini. Adam masaya oturur oturmaz ellerini sımsıkı sarmalamıştı kızın. Tüm detaylar, iletişim bilgileri alındı bir solukta. Genç adam kızın falına baktı. Falda ve yüzünde bir hüzün görüyordu ya pek söz etmedi. Ama gecenin ilerleyen vakitlerinde, herşey ortaya çıktığında, onlar biraz daha birbirleri hakkında söz sahibi oldular.

Sabah kalktıklarında sarmaş dolaş ve neredeyse birbirlerine kaynamış gibiydiler. Güzel başlamıştı. Bitmeseydi bu anlar keşke.
Adam ve kadın, birbirlerini çok uzun zamandır tanıyorlarmışcasına rahat, tutkulu ve birbirlerine bağlıydılar. Aradan bir vakit geçtikten sonra hayatlarına değişik şeyler katmak ihtiyacı istediler. Genç kız fotografçıydı ve hayattaki her ayrıntıyı resmetmek gibi bir isteği vardı. Genç adam kızın çektiği kareleri seviyor, sürekli yüreklendirmeye çalışıyordu. Beraberliklerinin ilk zamanlarından itibaren kendilerini resmetmeye başladılar. Hemen hemen hergün hatta bazen günde birkaç kez bir sürü kare ile hayatlarını foto-belgesel haline getirmeye başladılar.



Bu kareler her zaman hayatın içinden değil kimi zaman onların özelini yansıtan kareler de olabiliyordu. Bu esasen kimsenin bilmesi gereken de bir ayrıntı değildi ayrıca. Dedik ya bu çift kendi belgesellerini yapıyordu ve en önemlisi bundan da son derece memnundular. Onlara ait özel anlar her zaman ulaşılabilir bir bellekte dijital ortamda özenle saklanıyordu. Yıllar geçtikçe, ellerinde inanılmaz sayıda resim biriktiğini gördüler. Siyah-beyaz, renkli, oynanmış, renklendirilmiş, photoshoplanmış... Yıllar sonra, aslında ne güzel bir iş yaptıklarının farkına varmışlar. Yıllarca birbirlerinin sevgisi ile heyecanı ile beslendiklerinin, belleklerini hep canlı tuttuklarının... Yüzlerdeki kırışıklar artmaya başladığında, yaşıtlarından farklı onlar heyecanlarını, çocuklarını hep canlı tutmuş olmanın gurunu yaşamışlar.

Birgün sonsuzluğa doğru elele yolculuğa çıkacakları esnada sadece kendilerinin bildiği güzel, küçük bir oyunla gayet mutlu bir şekilde sessiz sedasız ama arkada hiç iz bırakmadan, diğerlerinden farklı yaşamış olarak gittiler... Darısı kalanların, yaşamak isteyenlerin başına


Sağlıcakla Kalın

Vosmanius

Özgürlük Uçmak mı? Dalmak mı?

Bunu sorguluyorum birkaç gündür. Kimilerine göre uçmaktır özgürlük kimilerine göre dalmak. Uçmadım ama daldım. Daldım ve dünyaya bakışım değişti. Artık eskiden olanların bir önemi yok çünkü farklı bir dünyayı keşfe başladım. Uçsuz bucaksız mavilik, kafanı kaldırdığında gördüklerin...

Denizi severim ama uzunca bir müddettir çimmekten öteye gidemiyordum. Sıkılıyordum. Oysa geçenlerde denize daldığımda tüpün daha büyük olmasını diledim... Hiç çıkmak istemedim. Zaten vaktin nasıl geçtiğini de anlamadım... Ne kadar vakit kaybetmişim... Ne kadar karaya bağlanmışım... Oysa ki derinler artık beni çağırıyor... Malesef resimdeki gibi balık sürülerini henüz göremedim. Benim ödülüm bir böcekcik oldu kayanın altında gizlenmiş. Olsun içten bir merhabaydı bu...

Güzel başlayan ve umarım uzun zaman devam edecek bir beraberlik bu...



Çarşamba, Nisan 30, 2008

Var mısın? Yok musun ?

Photo : milliyet.com

Televizyonun izlenme rekorları kıran bir yarışma programı esasen. Yirmi küsur yarışmacının içinden gecenin talihlisi “kutusu” ile Acun’un yanına gelip, ilk turda 5, sonraki turlarda daha az “kutu” açtırıp, yüksek bir meblağ ile yarışmadan ayrılmak üzere yarışıyor. Baktığınızda eğlenceli, heyecanlı bir yarışma… Kazanabileceğiniz meblağ 1 Ytl ile 500.000 Ytl arasında değişiyor. Hamdi Bey’in teklifleri yarışmaya renk katıyor. Haftanın belli günleri insanları televizyona bağlayan değişik bir eğlence türü.

Tüm yarışmalarda olduğu gibi, işkembe-i kübra’dan atması çook kolay. Oturmuşun evinde bir elinde ay çekirdeği, ayaklarını uzatmışsın, “teklifi al!” yada “ yürü beee! Kutuna giiiit!” demek çok kolay… Ne olacak ki? Taş attın da kolun mu yoruldu? Hatta renkli bir yarışmacıysan, Sabah programı yapman işten bile değil… Sözüm elbette feci sempatik Evren’e değil. Ama bu tip programlar kahramanlar yaratıyor ister istemez. Mesela ben Kemal’den Galatasaray’a en azından bir menejer olmasını bekliyorum. İkiz abiler vardı reklam yıldızı oldular. Anaokulu sahibi bir bayan vardı. Bence çok şeker bir insandı. Şimdilerde “hörk hörk” diyerek gülen Nurçin, Annesi dünya sempatiği Mevlut, İnatçı Metin, ve daha bir sürü özelliği bünyede barındıran birbirinden renkli yarışmacı… Lafım yok hepsi iyi, hepsi güzel.

Fakat geldiğimiz yer açısından ben çok şaşırmaya başladım. Niye mi? Olayın formatı belli. Kutu açtıkça ve özellikle küçük açtıkça, Hamdi Bey’in paçaları tutuşup, tekliflerde bulunuyor ya… İşte insanların o teklifler karşısında, verdikleri tepkiler beni gün geçtikçe şaşırtmaya başladı. Bu yarışmada verilen teklifin bu tarih itibari ile rekoru 144.ooo Ytl İlk beş kutu şayet “mavi” açıldıysa güzel bir teklif geliyor 2bin YTL 4bin YTL… sonralarında 20bin, 40bin, 50bin, 100bin… ve insanlar sırf 500bin YTL panoda duruyor diye bunları ellerinin tersiyle itiyorlar…

Ne paralardan bahsediyoruz farkında mısınız? Şimdi bir arkadaşınızdan borç isteseniz, 2bin YTL’yi zor toparlarsanız. Ama insanlar Hamdi Bey’in teklifine teşekkür edip, “yokum” diyebiliyorlar… Yarışmalara değil kızgınlığım… Sadece keyfim kaçık…
Hayatın tezatı burada, kimi insanlar, bazı değerlere değer katabilmek için işletmeleri adına bir takım borçlara girmek için gözlerini karartıp, borca girmeye hazırlanırken, borç istenen kurum binbir dereden su getirebilir. Çaresizlik içersindeki bu işletmeler ayakta kalmak adına kan kusup, kızılcık şerbeti içtik diyebilirler. Her ne kadar meslekdaş da olsalar, bu işletmelerin karşısına bir Hamdi Bey çıkmaz ki?

Öte yandan, TMSF tarafından el konulmuş bir medya işletmesini alması için bir gruba bu kurumlar tam 750bin dolar kredi kullandırabilirler.

Ben böyle adaletin, böyle sistemin, böyle düzenin taa!... … … … …


Sağlıcakla Kalın


Vosmanius

Cumartesi, Nisan 12, 2008

Meyhane

Foto : Ara Güler

Gözgözü görmüyor... sigara dumanı her taraf... kalabalık bir mekanın en dibinde tek kişilik bir masada oturuyordu. Hemen yanında yine tek kişilik bir masada feleğin çemberine parmak atmış Hüsnü Abi kemanını öttürüyordu. Keman ötmüyor adeta dile gelmiş konuşuyordu...

Tek masayı işgal eden, başı önünde, "saçların tarumar, gözlerinde nem, ateşe benzerdin, küle dönmüşsün" şarkısına eşlik ediyordu. Eşlik eden kişinin Paşa babasının en sevdiği şarkılardan biriydi o. Bu yüzden kimi zaman sessizce, kimi zaman avazı çıktığı kadar eşlik ederek hem ruha şad, hem de eskileri yaşamak adına kendinden geçiyordu. Hani filmlerden çıka gelmiş, hayatı film gibi gözlerinin önünden geçmiş olgusu var ya, tam anlamıyla onu yaşıyordu... Bu melankoli, eşiyle ilişkisini gözünün önüne getirdiğinde, yaşlılıkları canlanmıyordu. Bambaşka biri vardı yanında... Belki de bu gördüğü gerçekti yada tamamen yanılsama... Kim bilebilirdi ki? Kimi zaman bu beliren şekiller değil miydi hayatında karşısına çıkanlar... Temkinli mi davranmalıydı yoksa görmezden mi gelmeliydi... geriye bakıp, karşısına çıkanlara mı bakmalıydı... Şarkı bitti. "Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul'un" başladı. Bu şarkının çok anısı vardı. Hemde keskelalaka... başka başka düşüncelere daldı... Yolluğunu sipariş edip, beyaz peynirinden bir çatal aldı... pastımalı humus soğumuştu. Yenisini istedi. Nerede o eski lakerdalar dedi içinden... Sadık, her zaman ki garsonu, buz gibi bir şişe soğuk su getirdi. Hesabı istediğini belirtir el işaretine "anladım abi" tarzında bir kafa eyme ile cevap verdi Sadık.

Hesap her zamanki, müzik her zamanki, düşünceler her zamanki. Demir almak zamanı Nusret, eve gitme vakti... Ceket omuza, sağdan sağdan... yavaş ama hızlı... Hadi Nusret ev bekler seni...


Sağlıcakla Kalın


Vosmanius

Cuma, Nisan 11, 2008

Eski Defterler

"fotoğraf : Wowturkey.com / Ben bu kadar eskisini hatırlamamakla beraber, resim hoşuma gittiği için kullanmak istedim."

Sene kaç hatırlamıyorum. birkaç genç Kadıköy Bostancı'da adına "merkez" dedikleri bir yerde her cuma akşamüstü toplanıp demlenirlerdi. İlk zamanlar Bostancı sabit pazar'ın şu an otopark kısmında. Sonraları sanıyorum Kasaplar Çarşısı köprüsünün dibinde şu an bi sürü kokoreçci olan yerde. O zamanlar sahil yolu yok ama başlanmış... Her Cuma toplanan gençler herşeyden her telden konuşuyorlar... Sami, idealleri olan ve bir çeşit komünizme sempatisi olan bir Malatya'lı. Ercan, Batman doğumlu ve insanlık, hakça yaşam için fikirleri ile aşka inanan bir genç. Erol, mizahı ile düşünceleri ile İstanbul doğumlu. Fikret, ileride yasadışı işler yapacağı belli bir genç. Anadolu'nun bağrından gelmiş birçok kişi daha ile sayıları 5 ila 7'yi geçmeyecek bu gençler, aldıkları alkolün de etkisi ile "merkez"de boylarından büyük konuları irdeleyip, gecenin sonunda Ahmet Kaya'dan çok yanık bir şarkı ile sessizce evlerine dağılırdı. Sami'nin enteresan fikirleri ile aslında devlet yönetmenin eşitlik ilkesi ile olduğuna, Ercan'ın anlattıkları ile ihmalkarlığın büyük sorunlar yaratabileceğini, Cebeci'nin aşk, kadınlar üzerine anlattıklarının bire bin katmak olduğunun farkında kendilerine paylar çıkarabileceklerini, Fikret'in anlattıkları ile nasıl dikkatli bireyler olunabileceğini, Erol'un anlattıkları ile nasıl gülünebileceğini anlarlar ve hoş bir şarkı ile sarmaş dolaş olup kardeşliği tüm benlikleri ile hisseder kendilerince tüm sorulara cevap bulmuş şekilde evlerine doğru yol alırlardı.

Bu akşam birden bire aklıma gelen bu anımı sizlerle paylaşmak istedim. Neden mi? İsimlerini zikrettiğim arkadaşların paylaşımları, yaşanılanlar ve gelinen durum açısından :

Sami : Amcasının marketinde üç kuruş paraya köle gibi çalıştı.

Ercan : Bostancı sabit pazarda tezgah açarak başladığı iş hayatına 3 dükkan ekledi. Pazarın başkanı oldu. Pazarın lav edilmesi sonucu güzel bir yerde bir dükkan açıp oyuncak satmaya devam etti.

Erol : Yıllarca ailesi ile çalışıp, otuzlu yaşların ortasında kendi kanatları ile uçmaya karar verdi. İstanbul'u terk etti.

Fikret : Okulu tamamlamayıp, yasadışı işlere bulaştı. Bir çete kavgasında bıçaklanarak öldürüldü.

Cebeci : Panjur işine girdi. Çelik kapı, alüminyum pencere ve sonrasında dekorasyon işlerine daldı. Sonraları bir takım krizleri atlamayarak dükkanını kapatmak zorunda kaldı.

Ortak hayaller, hayal olarak kaldı. Ama o yaşananlar çok ama çok müstesna olarak kaldı. Yıllar oldu bu arkadaşlar bir araya gelemedi. Şu an aramamızda olmayan rahmet istedi. Diğerlerinin ise kulakları çınladı sanırım.

Kalın Sağlıcakla,

Vosmanius